14.07.2004 10:50:22
EVLİYA
Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca, kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6 - 7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.
Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken, aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski tişörtün üzerinde bir "E" harfi yazılıydı. Ve bu "E" mutlaka evilyanın "E" si olmalıydı... Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;
- "Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler," dedi. "İyileşmem için bana dua eder misin?"
Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken;
- "Bende sık sık hastalanıyorum," diye karşılık verdi. "Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor. Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan."
Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken ;
- "Deden çok doğru söylemiş," dedi. "Ama ben yine de yardım istiyorum senden."
Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösterek ;
- "Size dua edeceğim" diye cevap verdi. "Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız , tamam mı?"
Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken ;
- "Uçan balon almanıza gerek yok," diye devam etti. "Normalinden 10 tane istemiştim. "
Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.
Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.
Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında , adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevü yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda , dükkân sahibi ;
- "Ciğerleri hastaydı yavrucağın," dedi. "Geçen hafta aniden ölüverdi."
Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terkederken , önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;
- "Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum," dedi. "Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine."
Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp ;
- "Ne yaptığınızı anlayamadım." dedi. "Neden bıraktınız onları öyle?"
Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken ;
- "Onları bekleyen küçücük bir dostum var," diye mırıldandı. "Hemde evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece."
, İşte hayat hikayem...
Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yer yüzüne yolluyordu. Bu ışınları gören kozalardan o sabah beyaz bir kelebek çıktı. Çok büyük ve tül gibi ince bembeyaz kanatları vardı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında buldu. Önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı. Sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu. Dinlenirken, kanatlarını dikleştirip birleştirmisti. Etrafına baktı. Doyasıya yeşilliğe daldı saatlerce seyretti... Dinlenmişti. Şimdi dolaşma vaktiydi, yaşamalıydı, önünde uzun zamanı vardı. Ağaçlara uçtu. Çiçeklere kondu. Mutluydu, özgürdü. Herkes ona bakıp "ne güzel" diyordu. Akşama kadar çiçekten çiçeğe, daldan dala uçup durdu. Güneş batarken bir garip his kapladı içini, artık öğrenmişti. Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti. Son bir kez etrafına baktı. Batan güneşe daldı. Ve bi daha hiiiiç uyanmadı...
KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ
Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye önce müthiş bir acı duydu dudağında gümbür gümbür oldu yüreği, sonra hızla çekildi yukarıya...
Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü neye benzerdi acep gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak, biryanda ölüm korkusu.
"Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar, hani görüpte gökyüzünü, insanı, oltadan son anda kurtulanlar.
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu küçük istavrit anladı; yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği. Oysa, şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden, bir kedi yalanarak baktı gözünün içine yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına bir öpücük kondurdum başına, iki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle, saldım denizin sularına.
Bir an öylece baka-kaldı Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti tüm kederimi söküp atarak, teşekkürü de ihmal etmemişti. Bir kaç değerli pulunu Elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu, niye? "Bir gün dedim, bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye..."
,
Ekleyen/Kaynak: Hüsnü YILMAZ
Bu bölüme Hikaye ekleyebilirsiniz. Hikaye eklemek için
tıklayın
Henüz yorum eklenmemiş
|