27.10.2009 19:15:57
Öğretmenler odasında on beş dakikalık teneffüs aralığında, bir grup öğretmenin kendi aralarındaki konuşmayı, Fermani kayıtsız bir şekilde dinliyordu. Tarih öğretmeni: - Bin dokuz yüz yetmiş yedi yılı bence uğursuz geçecek! dedi. İngilizce öğretmeni: - Hocam, siz şom ağzınızı açtınız ya... Merak etmeyin uğursuz geçer artık! diyerek tepki gösterdi. Tarihçi, alıngan bir sesle: - Hoca hanım, ben ne dedim ki kızdınız bana? - Nereden biliyorsun yetmiş yedi yılının uğursuz geçeceğini? İnsan yeni yıl için güzel dileklerde bulunur ya... - İçime öyle doğuyor işte! Hem baksana ayın biri cumartesi gününe geliyor! - Ayın biri cumartesi olmuş, pazar olmuş ne farkeder? - Ne farkeder olur mu? Ayın biri cumartesi yerine cuma olsa ne kadar iyi olurdu. Üç gün tatil yapardık! Bayan öğretmen sinirli bir şekilde yerinden kalkarak odadan dışarı çıktı. Biraz sonra da tarihçi kapıya yönelince fizik öğretmeni gülerek anlamlı bir şekilde Fermani’nin yüzüne baktı. Fermani, tartışmayı anlamsız bulmuştu: - Hoca hanım niçin bu kadar sinirlendi? diye sordu. Fizikçi: - Neden olacak? dedi. Tarihçi, iki senedir kızı sıkıştırıp duruyor, Kızın da inadı tuttu hani... Bir türlü ’ Evet!’ demedi. Hocam ben sana bir şey söyleyeyim mi? Bizim bu tarihçinin kehanetleri var ya... Ürkütücü! Yılda iki üç kez böyle durduk yere konuşur söyledikleri de aynen çıkar! Sanki annesini müneccimler öpmüş! - Siz de inanıyor musunuz? - Ben inansam ne olur, inanmasam ne olur? Bu uğursuz baykuş öttü mü, dedikleri çıkar! Yetmiş yedi yılı, gör de bak uğursuz geçer! Yılbaşı gecesini Fermani evinde yalnız başına geçirdi. İnsanların, ömürlerinden bir yılı kaybetmelerini, coşkuyla kutlamalarına bir anlam veremiyordu! Transistörlü, küçük el radyosunun pilleri zayıflayıncaya kadar, uzun süre şarkı ve türkü dinledi. Eskiden, türküler bu kadar yanık gelmezdi kendisine. Her şarkı ve türkü, seven bir kalbin sesiydi. Daha önceleri böyle olabileceğini hiç düşünmemişti. Gece saat on bire doğru odadaki soba sönmeye, evin içi soğumaya başladı. Yorganına sarılarak yatağına oturdu. Uykusu yoktu. Uzun süre Reyhan’ı düşündü. Nebi hocanın, eski öğrencisinin kendi kızına âşık olduğunu öğrenecek olsa nasıl bir tepki vereceğini kestiremediği gibi Reyhan’a, aşkını belirtmek için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini de bilemiyordu. Bir ara gönlünden geçen bütün duygularını bir mektuba dökerek Reyhan’a vermeyi düşündüyse de kızın kendisine karşı saygıdan başka bir tavrını göremediğinden, buna cesaret edemedi. Gece saat on ikiden sonra, sokaktan bağrışmalar ve silah sesleri gelmeye başladı. Fermani, tek pencerelik odasının perdesini araladı. Sokak lambasının etrafında uçuşan kar tanelerini izledi bir süre. Arada bir sertleşen rüzgâr, yukarı savurduğu kar tanelerini sokak araları ve kuytu köşelere süpürüyordu. Gece saat ikiyeye doğru cadde ve sokaklardaki son naralar da kesildi. Tek tük geçen birkaç arabadan sonra gece saat üçe doğru, ilçe kucağını bir kişi hariç sadece gökyüzünden dökülen kar tanelerine açtı. Camda biriken buğuyu eliyle silen bekçi alnını cama yapıştırırken: - Bu da kim be? Al işte, sana bir sarhoş daha! dedi. Haydi, bu saate bir de bununla uğraş dur şimdi! Çayından bir yudum alan polis, bardağı bırakarak oturduğu masanın yanındaki pencerenin buğusunu silerek buz gibi cama alnını dayadı: - Sarhoş değil bu, dedi. Düz yürüyor. İyi giyimli birisi, hırsıza benzemiyor, sakın bir anarşist falan olmasın bu? Bekçiye dönerek: Biraz aşağı doğru insin, çaktırmadan takip et bakalım bu saatte nereye gidiyor! Bekçi, Nebi hocanın evinin bulunduğu caddenin karşısında duruncaya kadar Fermani’yi gizlice takip etti. İki tarafı da beş katlı apartmanla sarılmış köşe başındaki bahçe içindeki iki katlı evin ışıkları sönüktü. Perdesi biraz aralık kalan üst katın köşesindeki odayla birlikte salon ve bütün odaların perdeleri çekilmiş, ev derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bahçe kapısına doğru yürüdü. Hanımeli, yazın kuşattığı kapı üzerindeki kemeri bir karış kara teslim etmiş, kış uykusundaydı. Gözlerini karanlıkta belli belirsiz farkedilen kapı tokmağı üzerinde dolaştırdı. Elinin korkusuzca o tokmağa uzanacağı bir günün hayali bile ne kadar güzeldi! Her an kendini tutamayıp elinin o tokmağa uzanabileceğini düşündü! Ürkerek geri çekildi. Yolun karşı tarafına geçerek bir müddet daha evin üst katının pencerelerini süzdü. Kim bilir peri hangi odada yatıyordu şimdi? Reyhan’ın kendisini şu anda görmesi için neler feda etmezdi? Pencerelerin birinde Reyhan olsa asla cesaret edemeyeceği şeyi o anda yapmak ne kadar kolaydı ki... Perdesi hafif aralık unutulan köşedeki cama bakarak: - Ben de yeni yıla seninle, seni severek giriyorum Reyhanım! dedi. Ah, beni bir duyabilsen! Senin için geldiğimi bir görebilsen diyerek, sağ elinin parmak uçlarını öperek elini pencereye doğru uzatarak salladı! Bu sevgi öpücüğüm sana gelsin. Yeni yılın kutlu olsun peri! Kolu aşağı düştükten sonra bir dakika kadar daha kıpırdamadan pencerelerde gözlerini gezdirirken gönlüne bir hüzün çöktü. Biraz daha beklese neredeyse ağlayacaktı, başını öne eğerek geldiği tarafa doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı, Saçlarına biriken kar tanelerinin erimesine inat omuzlarına yağan tanelerinin erimeye hiç niyeti yoktu. Bekçi, içeri girer girmez polise: - Nebi hocanın evini gözetledi! dedi. Bir ara içeri girmek ister gibi hali vardı sonra vaz geçti. Kıza öpücük gönderdi! Polis merakla: - Kıza öpücük mü gönderdi! Konuştular mı peki? - Ben kızı hiç göremedim. Işıkları yanmıyordu zaten. Sadece caddeden öpücük yaptı, el salladı! - Şu Reyhan’ın marifetine bak! dedi polis. Demek ki sevgilisi varmış ha... Kırılmaz inadı ondanmış demek! Tekrar buğu tutan camı silerek alnını yapıştırdı: İşte geliyor! dedi. Takip et bakalım hangi eve gidecek, yarın kim olduğunu öğreniriz! Ertesi gün, Reyhan’ın bir sevgilisi olduğu kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Üçüncü günün sonunda Reyhan ve babasından hariç herkes Fermani’nin, Reyhan’a aşık olduğunu duydu, hatta: ’ Geceleri buluşuyorlar!’ diye yemin edenler bile oldu. Bin dokuz yüz altmışlı yılların sonuna doğru efsaneleşen motorsikletin reklam afişi kapanan bir dükkânın camında, günden güne soluklaşsa da, yoldan gelip geçenlere inatla geçmişini hatırlatıyordu. Önünden gelip geçtikçe, Fermani’nin gözleri ’ Havada jet, karada motosiklet!’ yazılı afişe takılıyordu! Sol eliyle sürücünün beline sarılmış, saçlarını rüzgâr akıntısına kaptırmış genç kızın sağ eli havadaki yıldızları topluyordu! Afişteki kızın güzelliği ve yüzündeki mutluluk gülümseyişi ile, kırmızı motosiklet hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir iz bırakıyordu. Ortaokul yıllarından beri, Fermani’nin isteyip de sahip olmasının mümkün olmadığı motosiklet en umulmadık zamanda, Reyhan’ı motosikletle dolaştırmanın tutkusu olarak karşısına dikilmişti! Bir öğle vakti motosikletin arkasında uzayın derinliklerine el uzatan kızın resmini Reyhan olarak düşleyen Fermaniye, komşu dükkânın sahibi kırtasiyeci yaklaşarak: - Onlar, Çorlu’ya taşındı kardeşim. dedi. Çorlu’da da bir acenteleri var. Burayı kapattılar. Fermani gözlerini afişten ayırarak: - Teşekkür ederim. dediğinde kararını vermişti! Fermani, ortaokul yıllarındaki rüyasına ortaokul öğretmeni olarak mesleğe başladığı ilk yılın nisan ayında kavuştu! Ev ile okul arası çok uzak olmasa da okuluna motosikletiyle gidip gelmeye başladı. Her öğle ve akşam saatlerinde evine dönerken Nebi hocanın evinin bulunduğu caddeden geçmesine rağmen, o kadar şansızdı ki bir kez dahi ne yolda ne de pencerelerde Reyhan’ı göremedi! zümrüt küpeler gibi motosikletin mutluluğu da hüzünle gölgelendi! Bir akşam üzeri evine giderken, kuyumcu işaretle kendisini durdurdu: - Hocam çoktandır görüşemedik, dedi. Beraber bir akşam çayı içelim. Motosikletiniz de hayırlı olsun! - Teşekkür ederim, sağ olun. - İnsenize, motosikletine bir şey olmaz korkma! Fermani, motosikletini kaldırım kenarına bırakırken, kuyumcu çayları söyledi. Çoktandır merek ettiği soruyla sohbete başladı: - Ne yaptın, küpeleri kimseye verdin mi? - Vermedim! dedi Fermani. Küpeler bende duruyor! - O harika parçalar kime gidecek balkalım, kim bu şanslı kız? - Bilmem! Kimin kısmetiyse artık... Belki de hiç kimsenin... - Vallahi ser verip, sır vermiyorsun! Helâl olsun ne diyeyim sana? Fermani çayını içip teşekkür ederek ayrıldıktan sonra, bir müddet uzaklaşan motosikleti süzen kuyumcu, aldığı yanıtlardan tatmin olmamıştı. Çıkan dedikodulardan sonra, Fermani’nin küpeleri Reyhan’a verdiğine inanıyordu. Mayıs ayının ilk günlerinde, okuldan eve dönmekte olan Fermani’yi, Nebi hocanın evinin bulunduğu caddede üç kişi durdurdu. İri yarı olanı motosikletin direksiyon koluna pençesini yapıştırarak: - Dur bakalım koçum, dedi. Bizden izinsiz nereye böyle?... Gözleri fıldır fıldır dönen uzun boylu olanı arkadan motosiklete yapıştı: - Bu telaşın ne böyle, diyerek sırıttı. Yavaş ol bakalım! Sol yanağının üzerinde derin bir yara izi taşıyan, esmer ve tıknaz olanı Fermani’nin boynuna el uzartarak ceketinin yakasına yapıştı: - İn bakalım! diyerek sertçe çekti. Fermani sendeleyerek motosikletten inince yakasını bırakan tıknaz: - Söyle bakalım, dedi. Sen kime artistlik yapıyorsun ulan? Burası babanın çiftliği mi? Diğer ikisi tuttukları motosikleti bırakmadan arkadaşını izlemeye başladılar, Kendilerinin yardımı olmadan tıknazın işin üstesinden geleceğime emin bir halleri vardı. Tıknaz, ilk şaşkınlığı henüz geçmeyen. ne olduğunu anlamaya çalışan Fermani’nın kravatına yapışıp sıkıştırmaya başlayınca, bir an nefes alamayan fermani bileği ile Tıknazın ellerine vurdu. Tıknaz kravatı bırakarak: - Bir de bana karşı koyuyorsun öyle mi? Seni, bir daha bu mahallede hava atarken görmeyeceğim tamam mı! dedikten sonra Fermani’ nin suratına sert bir yumruk savurdu. Fermani yediği yumrukla sendelendi, geriye doğru düşecek gibi oldu. Diğer iki kişi sanki motosikleti koruyorlarmış gibi dikilmişler, kavgaya karışma gereğini duymuyorlardı. Hiçbir kavgada rakibini ayakta bırakmayan tıknazın, son darbesini indirmeden önce söyledikleri, kendilerine kavgadan daha eğlenceli gelirdi. Tıknazın her kavga için rakiplerine ayrı ayrı bulduğu tehdit sözlerini nasıl bir araya getirdiğine hep hayret ederlerdi. Tıknaz, son darbesini indirmeden önce, sağ elini patololonun yan cebine vura vura, Fermani’ye tehditlerini savuruyordu: - Bana usturayı çıkartırma, anladın mı? dedi. Alimallah, yüzünün vaziyeti coğrafyasını değiştiririm! Seni bir daha bu mahallede görmeyeyim, tamam mı? Hocalığına falan bakmam ona göre... İcabında ben adamı caddenin ortasında keserim! Kavgaya karışmayan tıknazın arkadaşları gülmeye başladılar. Tıknaz son darbesi için yumruğunu havaya kaldırırken, beklenmedik darbe Fermani’den geldi! Fermaninin sağ yumruğu tıknazın göğüs kafesinin altına gömüldü! Tıknaz yumruğunu indiremeden iki büklüm yere düştü. Gözlerine inanamayan iki yandaşın ellerini çekince, bıraktıkları motosiklet yere devrildi. Uzun boylu olanı tıknazı yerden kaldıya atılırken, iri yarı olan ellerini havaya kaldırarak Fermaninin üzerine yürüdü, Kaldırıma çıkması ile burnunun üzerine yumruğu yemesi bir oldu! Bir an duraksadı, Fermani’nin üzerine atlamak üzereyken: - Yardım etsene ulan! Baksana, adam ölüyor! diyen arkadaşının çığlığı ile Fermaniye’ye saldırmaktan vazgeçip, tıknaz arkadaşına baktı: Tıknaz, can derdine düşmüş acınacak haldeydi. Nefesini ne alıp ne verebiliyordu! Gözlerini iri iri açmış, arkadaşlarına ellerini uzatıyordu. Arkadaşları tıknazı ayağa kaldırmaya çalıştılarsa da kendisini tekrar yere attı. Dükkânının önündeki kavgayı endişeyle izleyen yüncü kadın, motosikletini yerden kaldırmaya çalışan Fermani’ye bakarak: - Allah razı olsun! dedi. Köpeksiz köy bulmuşlar, değneksiz geziyorlardı. Namussuz namus bekçilerine, iyi bir ders oldu! İki dakikaya yakın nefes alamayan tıknaz, ölmediğine şükrederek arkadaşlarının kolları arasında ara sokağa doğru taşınırken Fermani motosikletini yerden kaldırıp çalıştırdı. Uzun boylu olan, burnu kanayan iri yarı arkadaşına baktıkça gülmemek için kendini zor tutuyordu! Fermani’nin patlayan alt dudağı üç günde ancak iyileşebildi. Dudağını içerden yaralayan kendi dişinin açtığı oyuğun kapanması için geçen bir haftalık sürede ise sanki tiki varmış gibi dilinin ucu, dudağının içindeki oyuk kısımda kendiliğinden dolanıp durdu. İşittiği dedikodular ve kavgadan sonra, Fermani’nin başına daha büyük bir belâ gelmesinden endişilenen müdür, son dersten sonra Fermani’yi odasına çağırmaya karar verdi. Yaşı ve yöneticiliğinin verdiği tecrübe ile konuya ustalıkla giriş yaptı: - Hocam, çok başarılı bir eğitim ve öğretim yılını geride bırakıyoruz. dedi. Öğrenci velileri ve kendi adıma teşekkürlerimi sunmak istedim! - Sağ olunuz sayın müdürüm. - Son zamanlarda sizi üzgün ve düşenceli görüyorum, sorunuzun çözümüne bir katkım olabilir mi diye düşündüm. - Bilmem ki sayın müdürüm. - Nebi hocanın kızına ilgi duyduğunuzu ben de işittim, bundan sonrası için ne yapmayı düşünüyorsunuz? - Bilemiyorum. Gerçekten bilemiyorum efendim! - Kız ile görüşebiliyor musunuz? - Hocam size bu konuda neler anlatıldı bilemem. Ancak gerçek şu ki kızın benim kendisini sevdiğimden bile haberi yok! Üstelik bu konuda hiç kimseye ben birşey söylememişken bu dedikodular nasıl çıktı ben de anlayamıyorum. - Size saldıranların sizinle ne alıp veremedikleri var? Saldıranları tanıyor muydunuz? - İlk kez o gün gördüm, bir daha da yoluma çıkmadılar. Müdür güümseyerek: - Bir daha çıkacak halleri de kalmamış zaten! dedikten sonra ses tonunu değiştirdi: Başınıza başka belâ gelmesinden endişe ediyorum. - Benim kimseye bir zararım olmadı ki... - Sorun da bu zaten! Sizin kimseye bir zararınız yok ancak size zarar vermek isteyenler çıkacaktır. Üstelik bunların kim olduğunu da bilemiyorsunuz. Çok dikkatli davranmalısınız! Başınıza bir iş gelmeden bu sorunu uygun bir şekilde çözmek gerekecek. - Sayın müdürüm ben bir çıkar yol göremedim! Nebi hocamın kızı olmasıydı belki işim daha kolay olurdu. Bir taraftan ister istemez utanıyor insan. Nebi hocam beni çocuğu gibi seviyordu! Kızını sevdiğimi duyunca benden nefret eder diye çok endişelendim. - Bence siz bu durumu, kızın kendisiyle konuşmalısınız! Kızın bu konudaki fikrini öğrenmelisiniz. Eğer kızın da size karşı bir eğilimi varsa iş kolaylaşır yoksa siz de bu işten vazgeçersiniz! - Efendim güzel söylüyorsunuz da kızı nerede bulup konuşacağım? Bir kere mağazada görmüştüm başını çevirdi, beni hiç tanımıyormuş gibi davrandı. Çıkan dedikodulardan sonra evlerine de gidemem artık! - Bu işi sürüncemeye bırakmanın kimseye bir yararı yok. Size bir zarar gelmeden çözümünü bulmalıyız. Kız benim Funda’dan bir yaş büyük, akran sayılırlar. Ben Funda’ya söyleyeyim belki size yardımcı olmak için birşeyler yapar. Sizce de uygun mu? - Siz daha iyi bilirsiniz müdürüm. - O zaman düşündüğüm gibi, Funda kızla bir görüşsün bakalım durum ne gösterir. Bir haber çıkıncaya kadar siz ortalıkta fazla görünmeyiniz, bu iş daha fazla sarpa sarmasın! Müdürün, konuya iyi niyetli yaklaşımı, umutlu ve sabırsız bekleyişle geçen üç günün ardında ilk meyvesini verdi. Funda, beklenen müjdeyi Fermani’ye kendisi verdi: - Reyhan’la görüştüm abi! dedi. Evlerine gittim. Babasından izin aldı. Pazar günü öğleden sonra parka çıkacağız. Reyhan’ın sizin geleceğinizden haberi olmayacak. Sizinle parkta tesadüfen karşılaşmışız gibi olacak. Tamam mı? Ben bir bahane bularak yanınızdan yarım saatlik bir zaman ayrılırım. Siz o sırada baş başa konuşursunuz. Yalnız dikkatli davranın, Reyhan bir şey anlamasın. Tesadüfmüş gibi davranın. Fermani pazar gününü iple çekti. Zümrüt gözlerinin ışığında sarhoş olmanın hayali bile dünyaya bedel olan peri kızıyla buluşacaktı! Gülümseyişi gülleri kıskandıran, billûr sesli Reyhan’a sevgisini anlatacaktı! Bu kadar şanslı olabilir miydi? Ömründeki en uzun gecelerini, öğrencilik yıllarında sınav günlerinden bir önceki geceler yaşardı. Sınavlar rüyalarına girer, en iyi bildiği konuları şaşırır, kalem bulamaz veya önündeki sınav kağıdı kaybolur korkuyla sınav kâbusundan uyanırdı. Reyhan'ı müjdeleyen pazar gününe uzanan cumartesi gecesi ise, Fermani'nin uykusuz, uzun ve en heyecanlı gecesi oldu!
Ekleyen/Kaynak: byn sessiz_ciqlik
Bu bölüme Hikaye ekleyebilirsiniz. Hikaye eklemek için
tıklayın
Henüz yorum eklenmemiş
|