27.10.2009 19:17:03
Nisan ayı boyunca, hergün biraz daha kuzeyden ve birkaç dakika önce doğan Güneş kısalttığı gecelerle baharın müjdeleyerek, yirmi dört nisan pazar gününün şafağına ilk ışıklarını serpmeye başladı. Fermani uykusuz ve heyecanlıydı. Evin doğuya bakan tek pencereli boş odasına girerek, perdesini ardına kadar çekti. Sabahın alacakaranlığı içinde evlerin ve ağaçların silueti gittikçe belirmeye başlıyordu. Doğu ufkuna önce açık pembemsi aydınlık bir tül asan Güneş önüne kümelenmek isteyen kurşunî bir bulut kümesini kenarlarından sırmaladıktan sonra, tutuşturarak yakıverdi. Güneş doğduğunda, bulut kümelerinden arda kalan yumuşak beyaz bir tül, Güneş'i kısa bir müddet süzdükten sonra gökyüzünün aydınlık mavisine karıştı, gitti. Öğleye kadar Reyhan'a neler söylemesi gerektiğini düşündü. Aklında zincirlenen binlerce sevgi cümlesinin hiçbirisi, peri kızına karşı duyduğu derin sevgiyi yeterince anlatamıyordu. İnsanın gönlü ile hissettiği bazı duyguların kelimelerle anlatımı mümkün olamıyordu. En büyük korkusu ise, sevgisini anlattığı anda Reyhan'ın olumsuz bir tavır takınması ihtimaliydi. Daha başlarken her şeyin bitmesi anlamına gelen böyle bir gelişmeyi yaşamaktansa peri kızına hiçbir şey sezdirmemenin en doğru yol olacağını düşündüyse de, gönlüne sığmayan ateşin buna izin vermeyeceğinden de emindi! Telaşlı adımları parka yaklaştıkça yavaşlarken, kalbine söz geçiremiyordu. Parlak nisan güneşinden baharın müjdesini alan park, kimi çiçeklenmiş, kimisi yapraklanmaya yeni başlamış ağaçlarıyla, insanlardan önce kuşların mutluğuna tanıklık ediyordu. Parkın bir köşesinde oturak yaşlı karı-koca gözleriyle konuşuyorlardı. Uzun yıllar bir arada yaşayan insanlar, bir birinin bakışlarından ne söylemek istediklerini hemen anlarlardı. Genç bir anne, bebeğini gezdiriyordu. Parlak öğle güneşinden gözleri kamaşan bebeğinin, arabasını mavi bir çam ağacının gölgesine çekerek oturdu. Bir müddet gözleri parkın karşı tarafında oturan iki genç kıza takıldı. Kızlardan biri diğerine heyacanla bir şeyler anlatıyordu. Üç genç delikanlı kızların oturduğu bankın önünden birkaç kez gelip geçtiler. Önlerinden geçerken sohbetlerini kesen ve başlarını öne eğen kızlardan bir ilgi göremeyince parkın kapısına doğru yöneldiler. Parka girer girmez Fermani'nin ilk gözüne çarpan, bebeğine gülümseyerek birşeyler söyleyen mutlu anne oldu. Başını biraz sola çevirdiğinde telaşla bir şeyler anlatan Funda'yı, sessiz bir şekilde dinleyen Reyhan'ı görünce ne yapacağını şaşırdı. Hangi yöne adım atacağını kestiremedi. Reyhan'ın bulunduğu her yer anında değişiyordu. Başından aşağı bir kazan kaynar su dökülmüş gibi bedenini bir ateş bastı. Saç diplerinde binlerce kızgın iğne batırılıyordu. Dizlerinin dermanın çekilmekte olduğunu hissetti. Deli yüreği çılgınca çarpmaya, alıp vermekte olduğu nefes kendisine yetmemeye başladı. Ne yapacağını kestiremez bir haldeyken Funda'nın sesi imdadına yetişti. Genç kız kendinden emin bir tavırla: - Fermani abi! diye seslendi. Fermani abi, buraya gelsene! diyerek yerinden kalktı. Reyhan'a doğru dönerek: Seni Fermani abimle tanıştırayım! dedi. Fermani'nin kararsız, heyacanlı ve tedirgin gelişini süzen Reyhan: - Alekin!... deyince bir şey anlamayan Funda: - Sen ne dedin? diyerek diye Reyhan'a döndü. Ne dedin sen? - Bir şey demedim! diyen Reyhan yüzünü saklamaya çalıştı. Funda, gülümseyerek elini uzattı: - Fermani abi, seni arkadaşım Reyhan ile tanıştırayım. dedi. Fermani'nin elleri terlemiş, dili kurumuştu. Elini Funda'ya uzatırken: - Tanıyorum. dedi. Funda şaşırmış gibi yaparak: - Demek tanışıyorsunuz! dedi. İyi o zaman. Otursana abi. Fermaninin ayakta kalacak hali yoktu, oturdu. - Dolaşmaya mı çıktın abi? diye sordu. Hava da çok güzel bugün... - Güzel. Bir kaç dakika süren sessizliği, Funda'ın sesi bozmasa kimsenin konuşacağı yoktu. Bir anda aklına gelmiş gibi yaptı: - Nasıl da unuttum! dedi. Gelirken gazete almayı unuttum. Gazete biterse babam benim canıma okur! Kuponlarını biriktiriyor da... Siz beş dakika oturun ben hemen bir gazete alıp gelirim. Reyhan'nın kalkmaya niyetlendiğini görünce eliyle omuzuna bastırdı: Siz oturun. diye itiraz etti. Ben hemen gelirim dedim ya... Hem nasılsa tanışıyorsunuz, ne var bunda? Kimsenin cevabını beklemeden parkın çıkış kapısına koşturdu. Reyhan ile Fermani aynı bankın üzerinde aralarında bir metreye yakın mesafede parkta baş başa kaldılar. Parkın dışına çıkar çıkmaz avuçlarını bir birine vuran Funda kendi kendine: '' Tereyağından kıl çeker gibi... dedi. Gerisi size kalmış artık! Gazetesini aldıktan sonra park yerine pastahaneye girdi: - Bana bir yaş pasta lütfen, dedi. çikolatalı olsun. Sonra sakin bir şekilde gazetenin sayfalarını karıştırmaya başladı. Yaşlı karı-kocanın, aynı bankı paylaşan ve yarım saat boyunca ağızlarından bir tek sözcük çıkmayan Fermani ve Reyhan'a bakarak gözleriyle başlattıkları konuşmayı, adam sonunda kelimelere döktü: - Bir birine anlatacakları o kadar çok şey var ki... - Öyle. - Çocuk cesaret edip bir konuşmaya başlasa, gönlünden geçenleri akşama kadar anlatsa bitiremez! - Bitiremez! - İlk kez buluşuyorlar! - Bir birine de yakışırlar hani! - Ben çocuğun yerine olsaydım... - Hadi oradan! Unuttum mu sanıyorsun? Bana ''Seni seviyorum!'' derken boğuluyordun sanki. - Ne güzel bir gündü! - Bana gül verdiğin an daha güzeldi. - Sence bu gençlerin sonu nasıl olur? - Hayırlı olur inşallah! Fermani'nin zihninde günlerce tasarladığı binlerce sevgi sözcüğü zincirinin halkaları kopmuş, bir türlü iki kelime bir araya gelemiyordu. Zihnindeki kelime deryasının bir iki damlası bile diline düşmedi. Oysa içinde püsküren bir volkan vardı. Derin bir pişmanlık duydu. Böyle olacağını bilseydi bir mektup yazardı. Son gücünü tüketen bir hasta gibi başını Reyhan'a doğru çevirdi. Perinin başı önüne eğikti. Bir şelale gibi yüzüne dökülen saçı, özlemiyle yandığı büyüleyici zümrüt gözleri ve eşsiz çehresini örtmüştü. Dudaklarından birkaç sözcük dökülebilse, perinin su gibi sesini duyabilme şansını sahipti ancak en çok ihtiyacı olduğu şey: Cesaret kendisinden o kadar uzaktı ki... Funda'nın dönüşüne kadar geçen bir saate yakın bir zamanda, Fermani'nin ağzından bir tek cümle çıkamadı. Yenemediği heyecanı ve dilinden düşmeyen sevgi damlaları, periyle aynı bankta oturmanın mutluğunu silip, süpürdü. Funda ikisin arasındaki boşluğa oturken: - Özür dilerim! dedi. Gelirken yolda bir arkadaşımla karşılaştım. Bana ödünç verdiği bir kitabı vardı. Geri vermek için eve kadar gitmek zorunda kaldım. Tekrar özür dilerim! Reyhan: - Çok geciktin Funda. diyerek ayağa kalktı. Gidelim! Funda ayağa kalkarak elini Fermani'ye uzattı: - Hoşça kal Fermani abi, dedi. Umarım tekrar görüşürüz! - İnşallah! diyebildi Fermani. Görüşürüz. Fermani, elini uzatmayan Reyhan'ı parkın çıkışına kadar hüzünlü gözlerle süzdü. Peri ayrılırken büyülü atmosferini de bereberinde götürünce yavaş yavaş sakinleşmeye , zihnini biraz toparlamaya başladı. Kendisine acısa mı, kızsa mı bir türlü karar vermedi. Gündüz ortasında görülen düş gibi geçen bir saatlik zamanda, Funda rölünü kusursuz bir şekilde oynamıştı ancak kendisi için tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Yerine oturarak ne yapması gerektiğini uzun uzun düşünmeye başladı. Parkın dışına çıkar çıkmaz Funda endişeli bir sesle: - Geciktiğim için bana kızmadınız değil mi? diye sordu. Ne yapayım eve uğramak zorunda kaldım! Reyhan durarak Funda'nın gözlerinin içine baktı: - Yalan söylemesini hiç beceremiyorsun! dedi. - Yalan mı, ne yalanı? diye itiraz edecek edecek oldu Funda. - Eve hiç gitmedin sen! dedi Reyhan. Gitmiş olsan gazeteyi babana bırakırdın. Aldığın gazete hâlâ sende durduğuna göre sen eve hiç gitmedin, değil mi? - !... Funda ne cevap vereceğini şaşırdı! Suçüstü yakalanmış insanların suskunluğu ile Reyhan'ı dinliyordu: - Bir saatlik bir zamanda nereye gidebilirsin ki? Pastahaneye tabi... Başka nereye olacak! İster misin ben şimdi pastahaneye gidip: Funda buraya gelip beni bekleyecekti, gelmedi mi daha? diye sorayım da yalanın meydana çıksın! İster misin ha? Bütün amacın, parkta biz baş başa kalalım diye bu oyunu hazırladın. Öyle değil mi? Konuş haydi! Funda suçlu bir ses tonuyla: - Özür dilerim! dedi. Gerçekten özür dilerim. İnkâr etmem boşuna. Her şeyi anlamışsın! Fermani abi seni çok seviyordu. Yardımcı olmak istedim. Bir kötülük düşünmedim. Yemin ederim kötü bir amacım yoktu benim! İstemeyerek seni üzdüysem tekrar özür dilerim. Beni affettiğini söyle! Çok üzüleceğim yoksa. Seni kaybetmek istemem! - Kötü bir niyetin olmadığına eminim. Sen de şunu bil ki plânın bir işe yaramadı! - Ne yani? Sen şimdi Fermani abimin teklifine '' Hayır?'' mı dedin? - Demedim. Funda merakla Reyhan'ın gözlerine baktı: - ''Evet!'' mi dedin yoksa? diye sordu. Reyhan öyle bir ses tonuyla cevap verdi ki Funda aldığı cevaptan Reyhan'ın duygularının yönü kestiremedi: - Biz hiçbir şey konuşmadık! İnanmıyorsan kendisine sorarsın. Ben fazla gecikmeyeyim, babam merak eder. diyerek evlerine dönen Reyhan'ın ardında bakakalan Funda bir saat boyunca baş başa kalan iki kişinin, nasıl olupta hiçbir şey konuşmadıklarına akıl erdiremedi. Parktaki yaşlı karı-koca, başı öne eğik derin düşünceler içindeki Fermani'nin önünden geçerken durdular. Adam: - Merhaba evlât! diye seslendi. Başını kaldıran Fermani, elinde tuttuğu fötr şapkasının tozunu silkeliyormuş gibi hareket yapan adama baktı. Yaşlıların engin hoşgörüsü ve yanılgısız tecrübesi adamın sitemli cümlesine yansıdı: - Sevdiğin halde kızla niçin konuşamadın? diye sordu. Bilirim ilkinde çok zordur. Merak etme sonra bülbül kesiliyor insan! Fermani'nin kendisine cevap verecek halde olmadığını görünce yürümeye başlayan adamı, koluna yapışan eşi çekerek durdurdu. Onun da söyleyecek sözü vardı: - Sevmesini bilirsen, senindir kızanım! Kadın, tek cümleyle Fermani'nin gönlüne yeni bir umut ışığı düşürdü. Uzaklaşan yaşlıların ardından minnetle bakan Fermani yenilgiyle oturmakta olduğu banktan, Reyhan'a bir mektup yazmanın kararını vermiş olarak da kalktı. Evine bir top çizgisiz kâğıt ve birkaç zarfla birlikte döndü. Gönlünün hissedip de dilinin dönmediği duygularını satırlara dökmeliydi. İlk kâğıda ilk kelimeyi yazmak isterken aynı heyacanı duyar gibi oldu. Kalem ilk kelimenin harflerine kâğıdın üzerinde bir türlü uçuşamadı. Daha doğrusu ilk kelimenin ne olması gerektiğinde kararsızlığa düştü. Uzun müddet düşündükten sonra kalemi, mektubun ilk kelimesini kâğıda indirdi: Reyhan... Mektubun böyle başlamaması gerektiğini düşünerek tek kelime yazılı sayfanın üzerine çarpı işareti atarak ikinci bir sayfa çıkardı. Sevgili Reyhan... yazdığı ikinci kâğıt da aynı kaderi paylaşarak ilk kâğıdın üzerine indi! Sevgili Reyhanım ve Sevgili Reyhanıma... diye başlayan iki sayfa daha aynı kaderi paylaştı. Sevgilim, Birtanem, Canım Benim... gibi, başlangıç kelime ve cümlelerinin devam şansına erişmeyen on altı kâğıt üst üste binince yerinden kalktı. Ne kadar uğraşsa da ne başlangıç kelimelerini bulabiliyor ne devamını getirebiliyordu. Bir müddet gökyüzünün mavi derinliğine gözlerini sabitledi. Diline sözcük vermeyen tutkulu aşkı şimdi de bir türlü kâğıda da dökülmüyordu! Cepheye silahsız gönderilen askere dönmüştü. Yenilgi kaçınılmazdı. Son umudu mektuptu, o da yazılamıyordu. Gözlerini on yedinci kâğıda bir tek çizik atamayan tükenmez kaleme çevirdi: - Tükenmezsin ha! dedi. Yazmadan tükendin be kalemim, yazmadan tükendin! Yaz be kalemim, ne olursun yaz! Uykusuz gecelerimi, umutsuz aşkımı yaz! Gönlüme püsküren volkanı, ruhumda kopan kızılca kıyameti yaz. Beni yaz kalemim, beni yaz! Beni küle çeviren dumansız ateşi yaz! Yaz ki taş kalpler bile erisin, yaz ki gökten yıldız insin, yaz ki, Kaf dağının Zümrüdüanka kuşu gözyaşı döksün! Acısın halime... Beni peri kızına ulaştırsın! Söylediklerine bir an kendisi de şaşırdı! '' Ben neler söyledim ya böyle! İyi de bu söylediklerimi niçin yazmayayım?'' diyerek söylediklerinin aklından uçması için hemen kaleme sarıldı. Büyülü peri mektubun kendisine yazılacağını anlamış gibi, en umutsuz olduğu anda kaleme güç vermiş şahlandırmıştı. Fermani bir anda bambaşka bir dünyada buldu kendini. Kalem sanki kendi kendisine yazıyor, satırların üzerinde uçuşuyordu:
Sevgili Peri... Düş ile gerçeğin arasındaki bir çizgide seviyorum seni. Senin parkta gördüğün nutku tutulan umutsuz âşığının gönlünden kopup gelen sevgi damlalardır bu satırlar. Biliyorum ki bu mektup tek ve son şansımdır. Kaç uykusuz gecenin ardından bu mektubun yazıldığını bilemezsin! Günler, haftalar ve aylarca seni düşündüm. Önceleri âşık olmam sanmıştım. Geri dönülmez bir yola girdiğimi anladığımda ise iş işten geçmiş, gönlümü farkında olmadan bir peri kızına kaptırmıştım! Yayından fırlayan bir ok nasıl ki geri dönülmezdir, işte ben de o geri dönülmez yola girdim. Rabbimin ve gönlümün bildiği gerçeği işte buraya yazıyorum: Nasıl ki ömrümde ilk sevdiğim sen olduysan, yemin ederim ki son sevdiğim de sen olacaksın! Bu gönül kapısı ilk kez açıldı, içine sen süzüldün ve bir daha da açılmamak üzere geri kapandı! Senin simanda ben kendi kaderimi okudum: Ölünceye kadar seni seveceğim! Düşünüyorum da: Sen gökteki bir yıldızsın, ben ona el uzatan çaresiz biri... Hangi el yıldızlara ulaşabilmiş ki... Hiçbir zaman tutamayacağımı bilsem de, ömrümün sonuna kadar elim o yıldıza uzanmış olarak kalacak. Sen bir peri kızısın, ben ona tutkun bir âşık... Neler hayal etmedim ki: Bir heykeltraş olmak isterdim, senin büyülü simanı mermerde biçimlemek için. Kimi zaman bir ressam olmak istedim, senin kusursuz bedenini tuvalle bütünleştirmek için. Bir şair olmayı düşledim bazan, bu güne kadar yazılammış destanı, senin için mısralara süzmek için... Ya da gönlümün sana karşı hissettiklerini bir sevda melodisine aktarmak için bir müzisyen olmayı isterdim... Hangisiyle senin kusursuzluğunu ve sana karşı olan derin sevgimi ifade edebilirdim ki? Sanırsam hiçbirisi ile... Nasıl yaşıyorum şimdi biliyor musun? Gözlerinin renginde bir çift küpeyi sana hediye etmeyi düşündüğüm ve Motosikletle seni çok uzaklara götüreceğim günlerin hayali ile kendimi avutuyorum! Sana gönlümde geçenleri anlatabilmek için, sen hariç neler feda etmezdim ki? Canımı bile... Ne var ki senin bulunduğun her yer büyülü bir hâl alıyor. Söylemek istediğim şeyleri söyletmiyor bana. Üzerime görünmez bir ateş dökülüyor, içimde birşeylerin eridiğini, saçımın her telinin dibine kızgın iğnelerin batırıldığını hissediyorum. Dilim damağım kuruyor, konuşamıyorum ve dizlerimin bağı çözülüyor! Ne kadar anlatmaya çalışsam da: Sana karşı sevgimi ve özlemimi anlatamayacağımı biliyorum. Seven insanın duygularını yeterince anlatabilecek kelimelerin henüz sözlüklerde yer almadığını düşünmeden edemiyorum. Yaşayan bilir... Sevgili peri! Ne kadar sevildiğini bir bilsen?.. Ah, bir bilebilsen!...
24 Nisan 1977 Pazar. Fermanını yazdığın Fermani.
Zarfa koyduğu mektubun ağzını yapıştırmadan zarfın içine katladı. Nasılsa mektubu elden kendisi verecekti. Mektubu ceketinin iç cebine koyduktan sonra kendisini rahatlamış hissetti. Kendi yazdığı mektuba kendisi de inamayarak günlerdir uykusuz ve yorgun olan bedenini o gece derin bir uykuya teslim etti. Ertesi gün ilk dersin sonunda ön sıralardaki bir kız öğrenci parmağını kaldırarak: - Hocam yazılılarımızı okudunuz mu? diye sordu. - Henüz okumadım, dedi Fermani. Bir iki gün içinde okurum. Yazılı sonuçlarını en erken açıklayan hoca olarak bilinen Fermani yazılı sınavın sonucu açıklamakta ilk kez gecikmişti. Öğleyin okuldan ayrıldıktan sonra hiçbir yere uğramadan Nebi hocanın evine doğru kararlı adımlarla yürüdü. Mektubu yazdığı andan beri kendisine şaşırtıcı bir güven gelmişti. Bir gün önce dili tutulan sanki kendisi değilmiş gibi, delice bir cesaretle elini bahçe kapısının tokmağına uzatarak üst üste üç kez takırdattı! Kapıyı açan Reyhan karşısında bir anda Fermani'yi görünce, gözlerini iri iri açarak şaşkın bir yüz ifadesi ile: - Hocam?... dedi. Fermani kendisinden emin bir halde ceketinin iç cebinden mektubu çıkararak Reyhna'a uzattı. Reyhan üzerinde hiçbir yazı olmayan zarfı elinde çevirdi: - Kime bu mektup? derken şakınlığı henüz geçmemişti. - Size yazdım! dedi Fermani. - Bana mı... Niçin? Fermani hiçbir cevap veremeden geri döndü. Sonucunun ne getireceğini kestiremediği son adımını beklenmedik bir cesaretle atmıştı!
Ekleyen/Kaynak: byn sessiz_ciqlik
Bu bölüme Hikaye ekleyebilirsiniz. Hikaye eklemek için
tıklayın
Henüz yorum eklenmemiş
|