İÖ.7000'den bu yana sürekli bir yerleşme
yeri olan Hakkari yöresinin adına ilişkin ilk bilgilere, X.yy Arap tarih
ve coğrafya kaynaklarında rastlanmaktadır. Ünlü Arap tarihçisi İn Havsal ,
yöredeki Hakkari yani Her-kariyan (Güçlü, savaşçı, edebilen) anlamına
gelen ve o coğrafyada yaşayan boyların adıdır. 300 yıl öncesine dek tarihi
Hakkari topraklarının yüz ölçümü 35-40 bin km2 idi. Böylesine geniş bir
alanda Ertuşi ve Pinyanişi aşiretleri bu boylardan ikisi ve yöre
siyasetinde etkin olanlarıdır. "Akar" ise köy altı sulak, bahçelik alan
demektir. Bugün Hakkari merkez ilçesine bağlı bir köy ile, Yüksekova'ya
bağlı Oramar Bucağı'nın bir köyü de yine bu aşiretin adıyla, Akar (Akarı)
olarak anılmaktadır.
Yöre 1536'da Kanuni Sultan Süleyman'ca Osmanlı topraklarına katılmasından
bu yana, Hakkari olarak anıla gelmektedir.
Bugün Hakkari ilinin Merkez ilçesi olan Çölemerik'e, Ermenilerin İlmar,
Süryanilerin Gülarmak, Memlukların da Colamerg adını verdikleri
bilinmektedir.
Hakkari yöresi, yazılı tarih öncesi
çağlardan bu yana, insan topluluklarının uğrak yerlerinden biri olmuştur.
Yörede yapılan araştırmalar, bu topraklarda İÖ.100.000 - 40.000 ' e
tarihlenen orta paleolitik dönemden başlayarak kısa süreli yerleşmeler
olduğunu ortaya koymaktadır.Kılıç Kökten 1961'de Yüksekova'ya yaptığı gezi
sırasında bulduğu volkanik cam ( Obsidyen) gereçlerden yöredeki ilk
yerleşmelerin bu dönemlere ait olduğu kanısına varmıştır. Hakkari
yöresinde obsidyen yatağı bulunmamasına karşın, çevrede çok sayıda
obsidyen gereçlere rastlanması bu taşın, Hakkari yöresine başka
bölgelerden getirilerek işlendiğini ortaya koymaktadır.
NEOLİTİK DÖNEM (YENİ TAŞ) |
Bölgedeki yerleşmenin Neolitik dönemde de
sürdüğünü ortaya koyan belgeler, il sınırları içinde değişik yerlerde
bulunan kaya resimlerdir. Bu resimlerin önemli bir bölümünü Hakkari'nin
güneydoğusundaki Gevaruk vadisinde bulunanlar oluşturmaktadır. Bu vadide,
2600 metre yükseklikteki bir çok kayalara kazınmış 1.000 dolayında resim
bulunmuştur. Bunların çoğu, yöredeki bir tür dağ keçisini betimlemektedir.
İlkel ve simgesel olan av tuzakları ve hayvanlara sopalarla saldıran insan
resimleri de vardır. Bunlar, Avrupa'nın batısında, İspanya'da ve Kuzey
Afrika'da bulunan kaya resimleri ile büyük benzerlik göstermektedir.
Gevaruk kaya resimlerine, ilk kez, 1956-1958 araştırmalarında
rastlanmıştır. Muvaffak Uyanık ile Dr.Freh, Gevaruk Vadisindeki
araştırmalarında, 55'i aşkın kaya resmi bulmuşlardır. İngiliz ve Alman
dağcılarından oluşan iki ayrı ekip de, aynı dönemde, Gevaruk'ta 625 resim
daha ortaya çıkarmışlardır. Resimler, kayaların yüzeyindeki koyu kızıl
renkli katmana sert taşlarla kazınarak yapılmıştır. Bu kayalar, sarkan
buzulların da etkisiyle, zamanla aşınmıştır.
Bir başka kaya resimleri kümesi de, Şiye Hundevade tepesinin eteklerinde
ortaya çıkarılmıştır. Bu tepe, Hakkari'nin Güneydoğusundaki Cilo
dağındaki, Gevaruk gölünün batısında, Şiye Mazan doruğunun doğusundadır.
Fotografçı Ersin Aluk, burada 200 dolayında kaya resmi saptamıştır. Bu
resimlerin biri büyük bir av sahnesini canlandırmaktadır. Avcıların
ayaklarında raket benzeri, tabanı iplerle örülü ayakkabılar vardır.
Bunların daha gelişmiş bir türü, günümüzde Doğu Anadolu'nun büyük bir
bölümünde, hedik adıyla kullanılmakta ve kara batmadan yürümeyi
sağlamaktadır.
Yukarıda anılanların yanı sıra Beytüşşebap İlçesinin Mezraa Köyü
yakınlarında Peştazere yöresindeki tek bir kaya üzerinde, çok sayıda resim
kompozisyonu bulunmuştur.
Bu kaya resimleri, Hakkari insanının, Neolotik Dönemde avcılığın yanı
sıra, hayvancılık ve tarımla da uğraştığını ortaya koymaktadır.
Van Gölünün güneyindeki kavimle ilgili ilk bilgi (yazılı) iki sümen eşik
taşında görülmüştür. Bu taşlarda bölge "Kar-da-ka-lar" ülkesi olarak
tanımlanıyor. Bu tarihten yaklaşık 1600 yıl sonra ( İÖ.401) bölgeden geçen
Yunanlı yazar ve savaş muhabiri Ksenephon (Onbinlerin Dönüşü'nün yazarı)
da yöre halkına " Karduklar" diyecekti.
IÖ 2000'lerde, Hakkari'yi de içine alan Doğu
Anadolu yüksek yaylalarında yaşayan insan topluluklarına ilişkin ilk
bilgiler, IÖ XIII. yy'a tarihlenen Asur kralı I.Salmanassar'ın (IÖ
1280-1261) bir yazıtında Asur krallığıyla savaşan bazı ülkelerden söz
edilmekte ve Uriatri etnik bir topluluğun adı olmayıp Asur dilinde "
dağlık bölge" anlamına gelmektedir. Yine, Asur yazıtlarından kralın,
Uriatri adı altındaki sekiz ülkeyi ele geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu
ülkelerin, Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölgede. Büyük Zap suyunun
yukarı vadisinde
bulunduğu sanılmaktadır. Bir başka Asur yazıtında kral I.
Tukultininurtaya'nın yazıtında ise çok sayıda akarsu bulunan bu bölgeye "
Nairi Ülkeleri" (Nehirler Ülkeleri) adı verilmektedir. Nitekim, Asur kralı
II.Asur Banipal'in IÖ IX. yy'ın ikinci çeyreğindeki egemenlik yıllarından
başlayarak, Uriatri, Urartu sözcüğüyle aynı anlamda kullanıla gelmiştir.
Buna karşın, " Nairi Ülkesinin kralı" sanı, yöre insanlarının dilinde "Bianili
Ülkesinin Kralı" olarak yer almıştır. Urartu dilindeki Kelişin yazıtından
da açıkça anlaşılacağı gibi, Urartular (Uratriler- Uriatri Ülkesinin
insanları), IÖ IX. yy'den başlayarak, ülkelerini "Biznili Ülkesi" olarak
adlandırmışlardır. Ancak, eski Ön Asya'da Urartu adı daha yaygın bir
biçimde kullanıldığı için bu ad zamanla, "Bianili" adının yerini almıştır.
Asur yazıtlarında belirtildiğine göre, bu dağlık yöredeki topluluklar, IÖ
II. Binin ikinci yarısında, birbirinden bağımsız beylikler biçiminde
varlıklarını sürdürüyorlardı. Bu durum, IÖ'dan önce 1000'lere değin devam
etti.
Ancak, IÖ IX.yy başlarında, Asur krallığının güneyden gelen ve ardı arkası
kesilmeyen yağma seferlerine karşı koymak üzere, Hurri kökenli boylardan
oluşan Uriatri (Uratri) ve Nairi federasyonları bir araya geldi, daha
sonra Urartu krallığına verilecek olan devlet böyle doğdu.Urartu devleti,
IÖ VI.yy başlarına değin, güçlü bir siyasal yapı olarak, Doğu Anadolu
Yüksek yaylalarında varlığını sürdürdü. Çekirdeği, Vangölü çevresindeki
topluluklardan oluşan krallığın, toprakları IÖ VIII.yy başlarında kuzeyde
Transkafkasya'ya, doğuda kuzeybatı İran'a ,batıda Malatya yöresine,
güneyde de Halfeti dolaylarına dek uzandı. Doğu Anadolu'da küçük çapta
bağcılık, bahçecilik ve tarımla uğraşarak kendine yeterli üretim yapan
yerli halk ile avcılık ve hayvancılıkla uğraşan yarı göçebe topluluklar
bir boylar federasyonu oluşturuyordu. Bunların merkezi devlete
dönüşmesinin de bir başka önemli nedeni de, demiri yaygın olarak işlenmeye
başlamasıydı. Gerek daha önceleri, gerekse Urartu krallığının
yıkılmasından sonra, bu dağlık yörede başka hiçbir topluluğun güçlü bir
devlet kurmayı başaramaması, Urartu devletinin gücünü ve örgütlenme
yeteneğini ortaya koyması bakımından anılmaya değer bir olgudur. Urartu
insanları, bu son derece zorlu arazi koşullarına egemen olmayı başararak
askeri ve sivil amaçlı, yaygın bir ulaşım ağı kurmuşlardır. Daha önce
"özgür aşiretler" ve "bağımsız beylıikler" halinde yaşayan boylar IÖ. Bin
yılın başlarında biraz daha merkezileşerek küçük yöresel krallıklara
kurdukları görülüyor. Doğu Hakkari coğrafyasında Muşaşir (Micicir),
güneyinde Kırhi, kuzeyinde de Hubişkia krallıkları bunların başlıcalarıdır.
Asur belgelerinde bu krallıklarla ilgili kısmen de olsa bilgi
verilmektedir. Urartu baş tanrısı Haldi adına Muşaşir krallık merkezinde
bir tapınak yapıldığı, çağın en büyük zenginlikleriyle donatılmış
prestgahın IÖ.714 yılında Asur kralı II.Sargon tarafından işgal edilerek
yağlandığı biliniyor. 1998 yılında tarihi Hakkari Kalesinin eteklerinde
bulunan 13 stelin Hubişkia krallıklarına ait olabileceği saptanmıştır. Bu
yerel krallıklar bağımsızlıklarını korumak koşuluyla Urartu federasyonu
içinde yer almışlardı.
Yine bu dönemde Urartu'nun ünlü projelerinden olan "Ordu yolu " nun da
Tuşba'dan sonra Yüksekova-Şemdinli coğrafyasından geçerek Revandız'a
ulaştığı yazılı olarak, tarih ve arkeolojik kaynaklarda bulunmaktadır.
Bu ağın en önemli bölümünü "ordu yolu" adı verilen yol oluşturmaktaydı.
Asur yazıtlarından, bu yola, Asurluların da büyük bir önem verdikleri ve
III.Salmanassar' ın bu yoldan düzenlediği Muşaşir Seferinde, Muşaşir'in
yanı sıra, 46 kenti ve güçlü Sapparila Kalesini ele geçirdiği
anlaşılmaktadır. Nitekim Urartuların Hakkari yöresindeki en önemli
kentlerinden biri olan Muşaşir'in Asurlularca ele geçirilmesi, Urartu
ülkesinde büyük bir sarsıntı yaratmış, Urartu kralı Ispuini ile oğlu
Mennua'nın IÖ IX.yy sonundaki başlıca çabaları, Muşaşir'in yeniden
alınması doğrultusunda olmuştur. Urartular, sonunda kendilerince kutsal
sayılan bu kenti yeniden ele geçirerek, kent yakınlarındaki Kelişin
Geçidine, üzerine Akad ve Urartu diliyle yazılmış yazıtlar bulunan bir
zafer anıtı (Stel) dikmişlerdir.
Urartu krallığının en güçlü dönemi, kral I.Argistis'in egemenlik yıllarına
rastlamaktadır. Bu dönemde, IV. Salmanassar yönetimindeki Asur krallığı da
gücünü büyük ölçüden yitirmiş olduğundan, Urartu krallığı yörenin en üstün
devleti durumundaydı. Nitekim kral I.Argistis bir yazıtında, kendisine
boyun eğen bir çok prenslik arasında Kummuh (Diyarbakır) ve Tabal
(Malatya'nın batısı) prensliklerini de saymaktadır. Urartu devleti bu
güçlü yapısını sonraki kral II.Sardur döneminde de sürdürmüştür. Ancak IÖ
VIII. yy ortalarında Asurlular yeniden güç kazanmışlardır. Nitekim bu
dönemde devletin başında bulunan Tiglatplassar, Urartu başkenti Tuşpa'ya
(bugünkü Van kalesi) girmiş ve kenti yakıp yıkmıştır. Ama Urartu kralı I.Rusa,
dağılan devlet örgütünü yeniden toparlamış, orduyu düzenlemiş, yakılan
Tuşpa'nın yerine de daha doğuda Zizim dağlarının eteklerinde, günümüzde
Toprakkale adı verilen kenti kurmuştur. Ancak çok geçmeden, Urartu
toprakları da bu kez de Asur kralı II.Sargun'nun istilasına uğramış, I.Rusa
Muşaşir tapınak ve sarayını yağmalamaktan kurtaramamıştır.
Hakkari yöresi yaklaşık 300 yıl Asur-Urartu savaşlarına sahne olmuş, yöre
halkı Huri kökenli olduğundan hep Urartu'nun yanında yer almıştır. Çünkü
Asuriler sami ırkından olup güneyli bir kavimdi. Orta Mezopotamya'nın
güneyinden gelerek yerleşmişlerdi. Hakkari Asur başkenti Ninova ile Urartu
başkenti Tuşba ortasında olduğu için stratejik bir öneme sahipti.
Asur istilasının ardından, kuzeyden gelen Kimmerler de Urartu topraklarına
girince, Urartu Kralı II. Rusa Asurlularla iyi geçinmenin yollarını aramış
ama krallık, son kez, IÖ 560'ta Medlerin saldırısına uğrayarak ortadan
kalkmıştır.
Med Krallığının Uvahşatra adıyla da anılan
üçüncü hükümdarı Keyaksares'in (IÖ 633-584) başlıca amaçlarından biri,
güneybatı komşusu Babil Kralı Nabupolassar (Nabu-apal-usur) ile anlaşarak
Asur Krallığının topraklarını, Lidya Kralı Alyattes (IÖ 588-560) ile
anlaşarak da, Batı Anadolu'yu paylaşmaktı. Buna göre Mezopotamya, Suriye
ve Filistin Babil Krallığına bırakılacak, Dicle ve Fırat'ın yukarı
topraklar Med Krallığına, Kızılırmak'ın batısı da Lidya Krallığına
kalacaktı.
Keyaksares, ilk olarak IÖ 612-609 arasında Babillilerle anlaşarak, Asur
topraklarına sürekli saldırılar düzenledi ve Asur başkenti Ninova'yı
yağmaladı.Böylece, Mezopotamya tarihinde çok önemli yeri olan bir devlet
ortadan kalkmış oldu. Medler Hakkari yöresi ile birlikte , Kızılırmak'a
dek tüm Doğu Anadoluya hakim oldular(IÖ 585).Urartu devletinin askeri
gücünü de yok ederek Pariyadris(Trabzon)dağların güneyinde Melitene
(Malatya) ve güneydoğuda Urmiye gölüne dek uzanan büyük bir bölgeyi
egemenlikleri altına aldılar.
Keyaksares'in ölümünden sonra ,yerine geçen oğlu Astiyag (İştümegü)
Güneybatı İran'da Hagmatena'yı (Ekbatan) başkent yaptı. Sert ve baskıcı
tutumu ile çevresindeki devlet adamları ve komutanları bile kendisine
düşman etti.Bu tutum Med kırallığı içinde geniş bir tepkiye yol açtı ve
sonunda Ahameniş Prensi II. Kiros , Med kırallığını yıkarak yeni devlet
kurdu(IÖ 550).
Prensliğinin merkezi Passaragd'da
kırallığını ilan eden II.Kiros ,kısa sürede güçlü bir devlet örgütü kurdu
ve orduyu disipline soktu. Keyaksares döneminde Med toprakları içinde yer
alan bütün güney batı İran'ı Doğu ve ön Asya'yı sınırlarına kattı. Daha
sonra da Lidya krallığı üzerine yürüdü, Kral Korides'i yenerek (IÖ 546)
verimli Ege topraklarını, gelişmiş ticaret ve üretim olanaklarıyla
Persler'e açtı. Libya ekonomisini ayakta tutan köleciğe son veren Persler
böylece, Libya topraklarındaki toplumsal yaşam yeni ve değişik bir boyu
kattılar. Bütün bu olup bitenler sırasında İran ticaret yolunun üzerinde
bulunan Hakkari yöresi büyük bir önem kazanmıştı. Ancak, ticaretin gerçek
anlamıyla gelişmesi ve bütünüyle Pers denetimine alınabilinmesi için ,
Babil krallığının elinde bulunan Kuzey İran topraklarının da ele
geçirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle, II. Kiros Lidya topraklarındaki
sorunları çözdükten sonra güneydoğuya yöneldi ve Babil topraklarına girdi
. Bu sırada Babil Nabukudur-Usur'un ölümüyle başlayan siyasal çalkantılar
içindeydi . Barışsever bir siyaset izleyen Kral NabuNaid, Kiros ' un
saldırısına karşı koymadı ve Babil toprakları, İ.Ö. 539 'da Perslerin
egemenliği altına girdi . Persler ele geçirdiği toprakları özellikle Kral
Dsteios zamanında bakımından yeniden düzenlediler . Bu düzenlemede Hakkari
yöresi büyük Babil -Asur Satrablı'na bağlı Athura Satraplı içinde yer
alıyordu . Yunan tarihçisi Herodotcs , dokuzuncu Pers satraplığı diye
andığı Babil-Asur Satraplığı'nın imparatoru her yıl 1.000 gümüş talan
vergi ödediğini ve hadım ağası olarak yetiştirilmek üzere , saraya 500
genç gönderdiğini yazmaktadır . Kültür , ekonomik düzey ve nüfusça
kendilerinden kat kat üstün devletlerin topraklarına el koyan Persler,
buralardaki köleci, üretim biçimini büyük ölçüde değiştirdiler. Köle
sahiplerinin elindeki topraklarını kullanımı hakkında Pers soylularına
verdiler. Böylece, eski toprak sahiplerine,eski köleler, çalıştıkları
topraklardan elde ettikleri ürünün bir bölümünü Pers soylularına aktaran
bağımlı köylüler durumuna geldiler. Başka bir değişle köleci üretimdeki
emek-rantın yerini ürün-rant aldı. Bu yapı içerisinde, toprakta
çalışanlar, kölelik ile serflik arası bir konumdaydı. Soylular,
"Yararlanmak üzere ve ödünç olarak" kendilerine verilen bu topraklarda
elde edilen ürünün bir bölümünü imparatora aktarıyorlar, ayrıca savaşta
orduya katılmak üzere, asker besliyorlardı. Persler'de kölecilik Batı
Avrupa'ya göre çok daha önce ortadan kalktığı halde klasik feodalizm adı
verilen yapı yeterince gelişmedi ve bu durum sonraki yy'larda da sürüp
gitti.Pers İmparatorluluğu'nun egemenliği döneminde, Hakkari'ye ilişkin
önemli bir gelişme oldu. İÖ400'lerde, Kiros adlı bir Pers prensi, kardeşi
İmparator II.Artakserkses'e (Artahşatra) başkaldırdı. Ücretli Yunan
askerleri ve Anadolu'nun yerli halklarından devşirdiği birliklerle
Gavgamela (Erbil) önlerine gelen Kiros burada Artakserkses'e yenildi ve
geri çekilmek zorunda kaldı.Yunan tarihçisi Ksenafon ,"on binler" adını
erdiği bu yenik ordunun, kuzeye doğru geri çekilirken Zap Suyu'ndan da
geçtiğini yazmaktadır.
İSKENDER VE ATROPATEN PRENSLİĞİ DÖNEMİ |
Pers imparatorluğunun iki yüzyıl kadar süren
egemenliği, Büyük İskender'in Anadolu'ya çıkışıyla sona erdi.Pers orduları
IÖ 332 ve 331'de İskender'e iki kez yenildi.Bu gün Irak sınırları içinde
kalan Gayzamela'daki (Erbil) son yenilgiyle,Pers imparatorluğu
çöktü.İskender Urmiye Gölü ile Hakkari arasındaki bölgenin satrabı
Atropates'i kendisine bağladı. Hakkari yöresi de,daha sonraları Satrap
Atropates'in adıyla bağlantılı olarak Atropaten Prensliği diye anılır
oldu.
İskender'in bütün Anadolu'da olduğu
gibi,Doğu Anadolu yöresindeki egemenliği de kısa sürdü.O ölünce
komutanlarından Selevkos ,yine İskender'in komutanlarından Antigonos ve
oğlu Demetrios'u Gazze önlerinde yenerek yöreye egemen oldu(Ö 312 ) ve
Ortadoğu'da güçlü bir krallık kurdu.Antigonos'un oğlu Demetrios'u,eski
frigya topraklarında ikinci kez yendikten sonra ,Batı Anadolu topraklarına
da egemen olarak İskender'in ele geçirdiği tüm topraklar Selökid
Devleti'ne kattı.
Selökidler,İskender döneminin geniş toprakları ile birlikte , buralarda
sürüp giden ayaklanmaları da devraldılar.Elam,Sümer,Akad uygarlıklarının
kalıntıları yanında ,Urartu,Asur,Babil ve Ahameniş kültürlerini de
kucaklayan bu büyük devletin uygarlı bütünlükten yoksundu. Selökidler
böyle bir uygarlık yaratma çabasında da olmadılar.Asur kralı Sargon'un
Yukarı Mezopotamya 'daki saraylarında oturuyor,Pers Kralının Firdevs
(Cennet) adını verdikleri ,koruluk,çiçeklik,ve havuzlarla süslü ,Hagmatana
(Ekbatan) Kenti'nin ortasındaki süslü bahçelerle övünüyor ,Babil'deki Baal-Marduk
Tapınağı'nın hala ayakta duran kalıntılarını kendilerine mal ediyor, ancak
bütün bunların üstüne herhangi bir katkıda bulunmuyorlardı. Bunca Doğu
uygarlığı ,bir de batının Helen kültürüyle karışınca , Selökidler'in
kültürel yapısı daha da karmaşık bir özellik kazanıyordu.
Hakkari yöresindeki topluluklar İ.Ö 200'lerde Atropaten Krallığı'na bağlı
olarak yaşıyor ve Selökidler'in egemenliğini tanıyorlardı.Yöre o
dönemde,gerek Partlar'ın gerekse Ermeni-Pers akraba prenslerinin ilgi
alanıydı.Nitekim,İ.Ö 190'daPart kralı I.Mitridat Hakkari'nin doğu
sınırlarına dek yaklaşmış ve bölgeye Bagasis adında bir satrap atamıştır.
Selökid egemenliğinin kurulmasından yüzyıl kadar sonra Roma imparatorluğu
Anadolu topraklarını ele geçirmeye yönelince yörede büyük bir siyasal
kargaşa baş gösterdi.Selökid Kralı Büyük Antiokos,Manisa'da Romalılara
yenilince(İ.Ö 189) bu durumdan yararlanan doğunun bütün prenslikleri
özerkliklerini ilan ettiler. Araks bölgesi satrabı Artaksias ile Fırat(Sofen)
bölgesi satrabı Zariadres(Zareh) Romalıların desteğiyle bağımsızlıklarını
kazandılar.Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonra ,Part Kralı II.Mitridat
İran'daki İskitler'i yendikten sonra ,kuzey komşusu Araks devleti üzerine
de yürüdü. Kral Artavasd ' da yenildiyse de Araks Devleti'ni yakamadı ve
kralın oğlunu Tigran ' ı rehin alarak Artavasd'ı barışa zorladı . Part
Kallığı, bu yenilgiden sonra , Osro(Uria ) yöresinde Gordia (Güney
Hakkari) ve Atropaten (Doğu Hakkari) yörelerine benzer olan topraklardaki
bütün prenslikleri kendisine bağladı.
Selökidler ise , İ.Ö 1.yy başlarında , bir yandan Partlar'la , öte yandan
da Artavasd'in oğlu Tigranhın kurduğu Arakas Krallığı ile savaşmak zorunda
kaldılar ve ard arda yaptıkları çatışmalardan yıpranarak , Suriye ve
Akdeniz kıyılarına çekildiler . Böylece , bölgedeki Helenizm silinmiş oldu
. Bu devletin farklı topluklar içinde barınmasının beklenen bir sonucuydu
. Böylece Helen kültürü , yerini Doğu'da Part kültürüne bıraktı . Ancak,
Hâkkari Part egemenliği de kısa sürdü . Eski düşmanları İskitler 'le
yeniden karşı karşıya gelen Partlar, güçlerini yitirerek Arakas Devleti
karşısında da yenilgiye uğrayınca , yörede egemenlik kuran bu devletin
kralı Tigran oldu.
Tigran'ın Hâkkari yöresine girdiği dönemde ,
Romalıların, Pontos Kralı Mitridates 'e karşı başlattığı sefer, Doğu
Anadolu'ya doğru genişliyordu . Tam bu sırada Romalı komutan Lukullus'a
yenilen Pondos Kralı, Tigran, İ.Ö 69'da Van Hâkkari Dağlarına çekildi .
Burada Pondos Kralı Mitridates ile birlikte , Romalılar 'a direnmeye
çalışan Mitridates , yine yenildi. Ancak , Tigran 'ın daha önce yenilgiye
uğratarak , Hâkkari'den sürdüğü Partlarda Romalılara karşı çıkınca ,
savaşın gidişi değişti ve Lukullus , batıya çekilmek zorunda kaldı . Buna
karşın, Komutan Pompeius'un yönettiği yeni bir Roma seferi , İ.Ö 66'da
Part- Tigran birliğine sonverince , Tigran, pompeius 'a teslim oldu .
II. Artavasd olarak bilinen Tigran 'ın
ölümünden sonra yerine geçen III. Artavasd, Araks Krallığı'nın Roma'ya
bağlı vasal bir devlet olmasını kabullendi. Bu arada, Partlar, Roma'ya
rakip bir devlet olma özelliklerini koruyorlardı. Nitekim, Part
süvarileri, İÖ. 53'te, Romalı komutan Krassüs-III. Artavasd birleşmesini
etkisiz durama getirerek Harran Ovasına dek ilerlediler. Romalıların
simgesi olan ünlü "Roma Kartalı" Part Kralı İborodes'in eline geçti. Öte
yandan, Akaros önderliğindeki bir başka art ordusu da Antakya'ya girdi ve
Suriye'yi tehdit etmeye başladı. Artavasd, güçleri dengesinin Partlar'dan
yana değişmesi üzerine, bu kez de Romalılar'ın karşısında, Partlar'ın
yanında yer almıştı. Ne var ki, bu durum da uzun sürmedi ve Roma
İmparatoru Antonius'un komutanlarından Bassüs, IÖ 38'de Part ordularını
Antakya yakınlarında yenerek geri çekilmeye zorladı. Bununla birlikte,
Partlar'ın direnmesi üzerine, Bassüs'ün orduları Atropaten topraklarına
ulaşamadı. Bu arada, Partlar da Araks Devletinin başındaki Artaksias
sülalesini devirip, Atropaten önlerindeki duraklama sırasında güç toplayan
Romalılar ise, Partların daha fazla güçlenmesini önlemek için, Tiberius
komutasındaki bir orduyla Araks Devletinin topraklarına girerek part
etkisine son verdiler. Partlar, Araks (Aras) ve Atropaten yörelerinde Roma
üstünlüğünü tanımak zorunda kaldılar (IÖ 20). Bununla birlikte Hakkari'nin
önemli bir bölümünü de içine alan, Dicle'nin sol kıyısına dek uzanan
bölgede Part egemenliği sürüyordu. Böylece Fırat'ın batı yakasındaki Roma
üstünlüğü pekişirken, doğu yakası Partlar'da kaldı ve bu durum, iki devlet
arasında İS 193'e değin süren, aralıksız çatışmalara neden oldu.
Başında Arsaklılar'ın bulunduğu Araks
Krallığı çeşitli bölgelere ayrılmıştı. Bunlardan Vangölü çevresini
kapsayanı Tuspay adıyla, Hakkari yöresini kapsayanı da Moksuan adıyla
anılıyordu. Van yöresindeki Karduklar, Arami kökenli oymaklar ve Med
kalıntılar, Arzeruni sülalesinin üstünlüğünü tanıyorlardı. Araks Krallığı,
gerek Arzeruniler'e gerekse onlara bağlı oymaklara görece özerklik
vermişti. Nitekim, bu oymaklar bir süre sonra Gordiene adı altında bir
krallılk kurdular ve bu bölgeye Asurlu topluluklarla, Filistin'den
getirilen bir bölüm Yahudiler yerleştirildi.
Gerek Gordiene'de gerek Araks devletinde, halk Kafkas kökenli Albaniler'de
ve İberler'de olduğu gibi, kastlara bölünmüş değildi. Bununla birlikte,
toplum "Azat" denilen toprak soyluları ile "Şınakan" denilen bağımlı
köylülerden oluşmaktaydı. Toprağı işleyen şınakanlar azatlara ürün-rant
ödemek ve savaşlara katılmak zorunda idiler. Azat ailelerinin başında
sahap (satrap) denilen beyler vardı. Toprak, soylu ailelerde, kalıtım
yoluyla babadan oğula geçirdi. Ülkede gerçek yetkeyi, toprak tekelini
elinde tutan bu sahaplar temsil ediyordu. Toprak soylularının gerek kendi
aralarındaki çekişmeleri, gerekse kral sülaleleriyle olan savaşımları
nedeniyle yöreye sürekli bir gerginlik ve çatışma egemendi. Bu çatışmalar,
Roma ve Part egemenliği altındaki dönemlerde bile varlığını korudu.
İS III.yy başlarında Part Devletinin yerini
Sasanlılar alınca, Hakkari yöresinde yoğunlaşmış olan Roma-Part çatışması
sona erdi ve bu kez Roma-Sasanlı savaşımı başladı. 150 yıl kadar süren bu
çatışmalar, İS 387'de yapılan bir antlaşmayla durulur gibi olduysa da,
Roma'nın ikiye bölünüp, Ön Asya'nın Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde
kalmasından sonra (İS 395) yeniden alevlendi. İS VII. Yy'a değin süren bu
çatışmalarda, Ön Asya'nın güneydoğusunda ortaya çıkan Hıristiyan
Nasturilik Mezhebinin büyük bir rolü oldu. Önceleri, Bizans
İmparatorluğunca Sasanlılara karşı silah olarak kullanılan Nasturilik
olayından, VI.yy sonrasında Sasanlılar da yararlandılar. Doğu Roma
Kilisesine karşı bağımsızlığını ilan eden Nasturi Kilisesine arka çıkarak,
Bizans'ın yöredeki etkinliğini kırdılar. Bu yüzyıl sonunda Bizans
topraklarında bir sefere çıkan Sasanlı Hükümdarı II.Hüsrev, 605'te
Kayseri'yi alarak Bizans içlerine ilerledi. Bir süre sonra geri çekildi
ama, Kilikya ve Kuzey Suriye'ye dek bütün Doğu Ön Asya toprakları elinde
kaldı. Ancak VII. yy'daki Müslüman Arap akınlarıyla birlikte bu etkinlik
giderek azaldı.
İSLAM UYGARLIKLARI DÖNEMİ |
Halife Ömer döneminde (634-644) Arapların ve
birlikleri hemen tüm Doğu Anadolu'ya akınlar yaparken Hakkari'yi ele
geçirme girişimlerinde bulunmamışlardı. 645'te Halife Osman'ın
komutanlarından Emir Habib bin Mesleme de Doğu Anadolu'ya akınlar
sırasında böyle bir çaba göstermedi. Bunda yörenin konumu kadar, Arap
askerlerinin soğuk iklim koşullarına dayanamamalarının da etkisi olmuştur.
Bu durum, Emeviler ve Abbasiler Döneminde de değişmedi. Araplar, iç
kavgalar yüzünden merkezi devletleri yıkılıp küçük beyliklere ayrıldıkları
sırada İran'da ortaya çıkan Büveyhoğulları'nın (932-1062) Irak kolu bir
ara Hakkari ve çevresini ele geçirmek ise de yöre halkının yoğun direnmesi
ile karşılaştılar. Büveyhoğulları Adud ud- Devle (978-983) bu direnmeyi
kırmak amacı ile ele başlarının teslim edilmesi durumunda, kente zarar
vermeyeceğine ve ele başlarının bağışlayacağına söz verdi. Halk , ele
başları teslim ettiyse de Adud ud- Devle sözünü tutmayarak hepsini çarmıha
gerdirtti. Bu durum karşısında yöre halkı büyük bir savaşım vererek
bağımsızlığını korudu.
İslam akımları II.Ömer döneminde başlamışsa bile, Hakkari yöresi İslam'a
karşı tam 720 yıl direnmiştir. İslamiyet yönetimindeki aileler tarafından
kabullendi. Ancak yerleşik aşiretlerin büyük bir çoğunun eski dinlerinde
kalmak için ısrar ettiler. İslam'ın lehine denge ancak miladi 1415 yılında
Cizre ve Hasankeyf beylerinin desteğiyle gerçekleşen ve adeta bir
soykırıma dönüştürülen bir seferle değişti.
Tarihi Kayme Sarayı
Sayfa 2 Sayfa
3>> |