1054'te yeni yerleşim alanları bulmak amacı
ile Tuğrul Bey yönetiminde Van gölü çevresine dek gelen Türkmenler, Çoruh
Vadisinden Parhan Dağlarına uzanan yöreye akınlar yaptılar. Bu arada
Hakkari'yi de bir süre ele geçirdiler. Ancak, kent halkının büyük tepkisi
ile karşılaştılar. Halkın, geçilmesi güç dağlarda yakaladıklarını
öldürmesi üzerine Türkmenler büyük kayıplar vererek Batman-Garzan-Silvan'a
doğru çekildiler. Bunanla birlikte , yöredeki baskın ve yağma
hareketlerini sürdürdüler. Bir süre sonra Hakkari ve çevresinde Musul
Atabeleri (Zengiler) egemenlik kurmaya çalıştılar. 1142'de İmadeddin Zengi
(1127-1146) Hakkari'ye bağlı Aşup (Calap) Kalesini aldı. Kalenin yerine
kendi adını verdiği İmadiye Kalesini kurdu. Askerlerini bu kalede
kışlatarak, burasını bir üs durumuna getirdi ve yörenin içerilerine
sızmaya çalıştı. Aşiretlerin sert direnişi yüzünden yörenin tümünü ele
geçiremedi. Ama, gücünün ulaşabildiği alanlarda kendi adına vergi topladı.
Yöredeki yerleşme merkezleri, bir ağanın ya da beyin başkanlığındaki
aşiretlerce yönetiliyordu. Bu aşiretlerin en önemlileri, Pınyanişler,
Zibariler, Dımbilli Zazaları ve Ertuşiler'di. Etkinlikleri büyük olan ağa
ve beyler yöreyi büyük devletlere kapalı tutmayı başarmış, kimi zaman bu
devletler üzerinde etki bile kurabilmişlerdir. Örneğin, Hakkari'nin ağa
beyleri 1218'de Mısır Eyyubi Sultanı Melik Kamil'in yerine elik Faiz'i
geçirmeyi isteyebilecek denli güçlü olmuşlardı.
İlhanlı Hükümdarı Hulagu, 1258'de Irak'ta halife ordusunu yenilgiye
uğrattıktan sonra Bağdat'ı alarak Abbasiler'in halifesi Mutasım'ı öldürdü.
Yöredeki gücünü kanıtlamak için Hakkari'yi de ele geçirmek istedi. Önce
Erbil Kalesinin yönetimini vermek koşuluyla Şerafeddin Celali adlı bir
Kürt beyi ile anlaştı. Durumu öğrenen Hakkari halkı yöreye doğru gelmekte
olan Celali Beyin güçlerine saldırarak beyi öldürdü. Bu olay üzerine
1260'da Suriye seferine çıkan Hulagu Hakkari'ye geldi, kenti alarak halkın
önemli bölümünü öldürdü ve yöreyi yakıp yıktı. Bununla birlikte, yerel
yöneticiler Hulagu ile anlayarak yöredeki etkinliklerini korudular.
İlhanlılar'dan sonra Karakoyunlular, yöredeki etkin oldular. Bu dönemde,
Hakkari halkı ile çeşitli aşiretler birleşerek merkezi bir yetke
oluşturmaya çalıştılar. 1349'da Karakoyunlu Bayram Hoca'nın baskıları
sonunda yerel yöneticiler, daha az vergi ödemek koşuluyla, İlhanlılar'dan
koparak Karakoyunlular'la anlaştılarsa da, bu anlaşma uzun sürmedi.
1360'lara doğru yöredeki aşiretler birleşerek Hakkari beyliğini kurdular.
Beyliğin başına I. İzzeddin Şir getirildi. Onun yönetimi Hakkari ve
çevresi için bir dirlik düzenlik ve barış dönemi oldu. İlk 25 yıl içinde
Hakkari beyliği güçlendi. Van ve Vastan (Gevaş) da İzzeddin Şir'e
bağlandı. Timur'un Doğu Anadolu'da etkinliğini artırması Hakkari
beyliğinin barış dönemini sona erdirdi. 1386'da Van ve Vastan kaleleri
kuşatılınca I.İzzeddin Şir savunmaya daha elverişli olan Van Kalesine
çekilmek zorunda kaldı. Üç günlük bir savunmadan sonra Timur'a teslim
olarak onun güçlerine katıldı. Ancak, amcası Nasreddin teslim olmaya
yanaşmayarak savaşı 27 gün daha sürdürdü ise de başarılı olamadı. Timur
kaleyi ele geçirdi ve onu öldürdü. İzzeddin Şir'de Timur'a bağlı olarak
Hakkari beyliğinin başında bırakıldı. Timur Anadolu'dan çekildikten sonra
yeniden bağımsızlığına kavuşan Hakkari beyliği bu kez gittikçe güçlenen
Karakoyunlu Kara Yusuf'un (1398-1420) baskıları ile karşılaştı. Beylik,
1405'ten başlayarak Kara Yusuf'un güdümündeki İzzeddin Şir'ce yönetildi.
Kara Yusuf'un ölümünden sonra Timur'un oğlu Şahru, Hakkari ve yöresinde
etkili olmaya başladı. Hakkari Beyi Melik Mahmudi, Şaruhun yönetimine
girdiyse de bu davranışı Kara Yusuf'un ailesinin tepkisine yol açtı. Kara
Koyunlu hükümdarı Kara Yusuf'un oğlu İskender, daha önce babasının
güdümünde olan Hakkari beylerinin bu davranışı karşısında Melik Mahmud'u
öldürttü.
İskender'den sonra Kara Koyunlu Devletinin başına geçen Cihanşah (
1349-1467) döneminde Hakkari'yi, Timur egemenliğinden çıkararak Kara
Koyunlu Devletine bağlı bir beylik olarak yönetildi.
Hakkari beyliğinin başına Melik Mahmut'tan sonra Esededdin Kelani
(1450-1470) geçti. Uzun Hasan ile çağdaş olan bu bey döneminde Hakkari
yabancı etkilerden kurtararak bağımsız bir beyliğe dönüştü. Esededdin
Kelani döneminde beyliğin sınırları genişledi. Ama bir süre sonra beylik
Akkoyunluların eline geçti ve Esededdin Kelani Memluklulara sığınmak
zorunda kaldı. Memlukluların yanında kalarak bir çok savaşa katılarak
yararlılık sağladı. Bir söylentiye göre katıldığı bir savaşta bir kolunu
yitirdi ve Memluk Sultanının kendisine altın bir kol takması üzerine
Esededdin Zerrinçeng adıyla tanındı. Mısır'a ticaret yapmak için gelen
Hakkari'li Nasturiler ile karşılaşınca Hakkari'yi Akkoyunlular' dan
kurtarmak amacı ile bu kişilerle gizlice kente girdi. Burada bir ayaklanma
düzenleyerek kenti Akkoyunlulardan kurtardı (1468). Kentte Akkoyunlu'larla
işbirliği yapan aşiretlerden Dımbilli Zazalarını kentten çıkardı. Kentin
Esededdin'ce bir Cumartesince alınması nedeni ile, onun soyundan gelen
beyler Farsça " Şembih" (Cumartesi ) sözcüğünden kaynaklanan "Şenbu-beyleri"
diye anılır oldular.
Esededdin Zerrinceng'den sonra Şembu Beyleri soyundan II.İzzeddin Şir
(1470-1502) Akkoyunluların etkinliklerinin arttığı bir dönemde beyliği
yönetti. 1502'de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Zahid Bey beyliği 60
yıla yakın yönetti. Zahid Bey döneminde Hakkari Beyliği Akkoyunlular'dan
sonra yörede etkin bir güç olan Safeviler'in eline geçti. Safeviler iyi
yönetimleri ile halkı kendilerine bağladılar.
Çaldıran Savaşından sonra Osmanlıların Doğu Anadolu'yu egemenlikleri
altına almaya başladıkları dönemde, İdris-i Bitlisi'nin çabaları
Hakkari'nin Osmanlılara bağlanmasını sağlayamadı. Yöredeki aşiretler,
bağımsızlıklarını koruma koşulu olmadıkça Osmanlı yönetimi altına girmek
istemediler. Örneğin Hakkari 1534'te Osmanlı yönetimine geçmesine karşın
1535'te yine Safevilere bağlandı. Bu durum, Hakkari'nin uzun süredir
savaşmakta olan İran ile Osmanlılar arasındaki sınır bölgesinde
bulunmasından kaynaklanmıştır. Her iki yan da, yöredeki aşiret beylerine
çeşitli ödünler vererek bölgeyi ellerinde tutmak istediler. Bu nedenle de
Hakkari ve çevresi iki devlet arasında birkaç kez el değiştirdi.
Hakkari'nin İmadiye ve Şemdinli kesimleri ise uzun bir süre Şembu
Beylerinden ayrı olarak İmadiye Beyliğince yönetildi.
İmadiye Beyliği 1402'de Hakkari beyliğinden ayrı olarak kuruldu ve
varlığını 300 yıla yakın bir süre korudu. Bu beyliği yönetenlere, kurucusu
Bahaddin Bey'in adından esinlenerek Bahaddinan Beyleri denilmiştir. Abbasi
soyundan geldiklerini öne sürmelerine karşın, bu beylerin kökenlerine
ilişkin fazla bir bilgi bulanmamaktadır. İmadiye beylerinin yönetimindeki
aşiretler arasında en önemlileri Muzuri, Zebari, Radikan, Pervari, Mahal,
Siyabrüyi, Tıli ve Behlii idi. Yöredeki Dıhok ve Der kaleleri Radikan
Aşireti, Kaleda, Sus, Urmani ve Baziran kaleleri Zibari Aşiretinin
etkinlik alanındaydı. Bu kalelerin tümü İmadiye beylerinin soyunca
yönetiliyordu. İmadiye'ye bağlı yerleşim merkezleri arasında en önemlisi
Zaho Bucağı'ydı.
Bağımsız bir beylik olarak kurulan İmaddiye Beyliği, Bahaeddin Bey'den
sonra yerine geçen oğlu Seyfeddin döneminde de bağımsızlığını korudu. Daha
sonra beyliğin başına geçen Seyfeddin'in oğlu Hasan döneminde, Akkoyunlu
komutanlarından Bijen oğlu Süleyman yöreyi almakla görevlendirildi.
Süleyman, İmadiye Beyliğinin direnişi karşısında ancak Akar ve Soster
kalelerini ele geçirebildi. İmadiye beylerinden Sultan Hüseyin. II.
Beyazid ile çağdaştır. Hüseyin'in 1488'de ölümünden sonra yerine oğlu
Kubad Bey geçti. İmadiye beyleri Hakkari beylerinden, bağımsız ve ayrı
olmakla birlikte, bu iki beylik genellikle kendileri üzerinde egemenlik
kurmak isteyen güçlere ve devletlere karşı birleşme eğiliminde olmuştur.
Hakkari beylerinden Zahid Bey, beyliğini iki
oğlu arasında paylaştırmıştı. Oğullarından Seyyid Mehmed, Vastan(Gevaş),
Melik Bey ise Pay (Bey) Kalesini merkez edinerek kendilerine verilen
yerleri yönettiler. İki ayrı beyin yönetiminde bulunan Hakkari ve çevresi
1534'te Osmanlılara bağlandı. Ancak, 1535'te Safevi Hükümdarı Şah
Tahmasb'ın önerileri karşısında Seyyid Mehmed, Safeviler güdümünde bir
yönetim kurmayı yeğledi.
Aynı yıl yörenin aşiret beyleri egemen oldukları yerlerdeki haklarını
korumak, iç işlerinde bağımsız olmak ve Osmanlı toprak düzeninin dışında
bir sistemle yönetilmek koşulu ile Osmanlılara bağlandılar. Yalnız bu
beyler, sefer sırasında Osmanlı ordusuna asker vermekle yükümlüydüler.
1548'de Hakkari beylerinden Zahid Bey'in oğullarından Melik Bey, Van
Beylerbeyi İskender Paşa'ca idam edildi. Bu olay Melik Bey'in oğullarının
Osmanlılara karşı ayaklanmasına neden oldu. Bu sınır kentinde olayın
büyümesini istemeyen Osmanlı Devleti ödün vermek zorunda kaldı. Yönetim,
Melik Bey'in oğullarından Zeynel Bey'e verildi. Ama, Zeynel Bey'in amcası
Seyyid Mehmed ile oğlu Zahid, Pinyaniş Aşiretinin de desteği ile yönetimi
Zeynel Bey'den aldılar.
Zeynel Bey, Osmanlılara başvurarak kazanılmış hakkını elinden alan İran
yanlısı amcası ile oğlunun cezalandırılmasını istedi. Uzun uğraşlardan
sonra amcasını öldüren Zeynel Bey, yönetimi yeniden ele geçirdi. İran
yanlısı kardeşi Bayındır Beyi de öldürten Zeynel Bey yörede Osmanlı
egemenliğinin sürmesini sağladı. Bu olaylardan sonra Osmanlılar ile
ilişkilerini geliştirerek, 1578'de padişah buyruğu ile oğlu İbrahim Bey'i
Hakkari Beyliğinin başına geçirdi. Oğlunun Hakkari Beyi olmasından sonra,
yöredeki bir kalede dinlenmeye çekildi. 1585'te Veziriazam Özdemiroğlu
Osman Paşa yönetiminde Tebriz Seferine çıkan Osmanlı ordusu, Zeynel Bey'i
de alarak Hakkari askerleri ile birlikte İran üzerine yürüdü. Merden
denilen yerde yapılan savaşta Zeynel Bey öldü. Osmanlılar, Zeynel Bey'in
yerine oğlu Zekeriya Bey'i atadı. Ama, Zekeriya Bey'in büyüğü olan Zahid
Bey, bu atamaya karşı çıktı. Kardeşler arasındaki çatışma Zekeriya Bey ve
iki oğlunun öldürülmesi ile sonuçlandı ve Zahid Bey yönetimi ele geçirdi.
Bu olay üzerine Osmanlılar Veziriazam Sinan Paşa'yı Zahid Bey'in üzerine
gönderdi. Uzun süren çarpışmalar sonunda iki taraf arasında anlaşma
yapıldı. Bu anlaşmaya göre Zahid Bey Osmanlılara ödeyeceği 100.000. Flori
altın karşılığı yönetimde kaldı.
Osmanlı egemenliğini savaş yoluyla değil antlaşmayla benimsedi. Osmanlı
yanlısı bir politika benimsemesi 1550 yılından sonra gerçekleşti. Osmanlı
yanlısı politikanın mimarı Zeynel Beydir. Onun ölümünden sonra yönetime
gelen beylerden kimisi Osmanlı yanlısı, kimisi de İran yanlısı bir
politika izledi. İki imparatorluğun sınırında bulunması ve onların
kışkırtmasıyla kanlı taht kavgaları başladı. Yine bu imparatorlukların
teşvikiyle bölgede "böl ve yönet" siyasetinin ürünü olan yerel aşiret
federasyonu oluşturuldu (Bask-a rast, bask-a çep). Hakkari halkı tam 400
yıl bu bölünmenin acılarını çekti.
XVII ve XVIII. yy'larda da Hakkari Beyliği varlığını korudu. Yalnız
1688'de başlayarak yörenin yönetim biçimi "bağlı hükümet" ten " Ocaklık "
biçimine dönüştü.
XIX. yy' da Hakkari yöresi, Osmanlı
Devleti'nin merkezi otoritesinin tam anlamıyla kurulamadığı Doğu Anadolu
Bölgelerinden biriydi. Çeşitli aşiretlerin yörenin aşılması güç dağlarla
kaplı oluşu, ulaşımı, dolayısıyla da asker sevkıyatını büyük ölçüde
engellemekteydi. Kışın yoğun kar nedeniyle kapanan yollar ancak yazın
birkaç ayında ulaşıma açılabilmekteydi.
XIX.yy başında Hakkari yöresi Van Eyaleti'ne bağlıydı. Bölgedeki Hakkari
ve Mahmudi "hükümet" ; Kotuz ve Möküs (Mekes) "ocaklık" idi. Son ocaklık
sahiplerinden Hakkari Beyi Şenbolu Nurullah ile Cizreli Bedirhan beyler,
XIX.yy ortalarında, Nasturi'e karşı saldırılar düzenlediler. Bölgede
Hıristiyanlığın Nasturi mezhebine mensup büyük bir Asuri nüfusu vardı.
19.yüzyılın başlarında bölge imparatorlukları olan Osmanlı ve İran oldukça
zayıflamışlardı (batı karşısında). Sanayi devrimini gerçekleştirip, ateşli
silah üstünlüğünü ele geçiren batılıların sömürmek için ilk uğrak
yerlerinden biri de Orta doğu coğrafyasıydı. Onlar için bölgedeki
hıristiyan azınlığını yanlarına çekmek zor olmadı. Osmanlı ve İran
imparatorlukları da onlara karşı müslüman halk olan Kürtleri kullandılar.
Hakkari bölgesi böyle bir çatışma için oldukça elverişliydi. Hakkari
Asurileri batı yanlısı bir politika izledikleri için önce Botan Beyi
Bedirhan Bey tarafından ezildiler. Botan Beyi 1843-45 yılları arasında
Hakkari Asurileri üzerine üç sefer düzenledi. Artık Kürtlerle Asuriler
arasında sömürgeci güçler tarafından körüklenen kanlı bir iç savaş
başlamıştı. Bu iç savaş Birinci Dünya savaşında Rus Ordularının bölgeye
girmesiyle daha da tırmandırdı. Birbirleriyle savaşmaktan yorgun düşen ve
direnme gücünü yitiren hen Kürtler hen de Asuriler 1915 yılında bölgeyi
terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Hakkari Kürtleri Kuzey Irak'ın
Bahdinan bölgesine, Hakkari'li Nasturiler ise İran'ın Urimiye çevresine
sığınmışlardı. İran'da Koçanıs Marşımun'u Bünyamin Şıkak aşireti reisi
İsmail Ağa (Sımko) tarafından öldürülmesi çelişkileri daha da
derinleştirdi. İran'da yeni bir güç olmaya aday görünen Nasturi
kuvvetleri, Osmanlıların Musul'dan giden kuvvetleri tarafından dağıtıldı.
İran'dan Irak'a geçen Nasturiler Cumhuriyetin kurulmasıyla topraklarına
dönmeye başladılar. 1843'te Tiyari, 1846'da ise Tuhum nahiyelerine yapılan
bu saldırılar, yöredeki başıboşluğu iyiden iyiye körükledi. Nasturiler'in
kıyıma uğraması ve mallarının yağmalanması üzerine, İstanbul Hükümeti,
Osman Paşa'yı yörede asayişi sağlamakla görevlendirildi.
1847'de Hakkari'ye gelen Osman Paşa, Şenbolu Nurullah ile Bedirhan Bey'in
ocaklıklarını ellerinden aldı.1847 yılında Osmanlılara karşı yapılan
Bedirhan isyanına Hakkari Beyi Nurullah da katılmıştı. Yenilgiye uğrayan
isyandan sonra Nurullah Bey İran'ın Berdasor kalesine sığındı. 1949'da
teslim oldu ve götürüldüğü Girit adasında öldürüldü. 1880'de Şemdinli
ailesinden Seyyit Ubeydullah İran'a karşı büyük bir isyan hareketi
başlattı. Ruslarla batılıların devreye girmesi ve İran-osmanlı
devletlerinin anlaşmaları üzerine Tebriz kapılarına dayanan isyan
yenilgiye uğradı. İstanbul üzerinden yeniden Şemdinli'ye gelen Seyyit
Ubeydullah'ın yeni bir ayaklanma girişiminde bulunması üzerine yakalanarak
Mekke'ye sürgüne gönderildi ve orada öldü.
1853'te Kırım Savaşı patlak verince, Şemdinlili (Büyük) Seyyid Taha,
Dağıstan'daki Şeyh Şamil ile birlikte Ruslar'a karşı cihad ilan etti.
Seyyid Taha'nın ölümünden sonra, bu kez kardeşi Şeyh Salih, Azerbaycan ve
Doğu Anadolu'daki aşiretleri Ruslar'a karşı kışkırttı. Ancak , Ruslar
Cizre'de bulunan İzzeddin Şir'in Van Valisi Selim Paşa'ya olan
düşmanlığından yararlanarak yöre halkını ayaklandırdılar. İzzeddin Şir,
Yezidi ve Nasturiler ile birleşti. Bir yıl içinde ayaklanma büyüdü;
İzzeddin Şir'e bağlı birlikler, Musul ve Bitlis'e dek uzanan bölgeyi ele
geçirip yağmaladırlar. Ne var ki 1855 baharında, Diyarbekirli Hacı Timur
Ağa komutasındaki yöreden devşirilen başıbozuklar ile gönüllülerin
oluşturduğu birlikler ayaklanmayı bastırdı.
II. Abdülhamid'in Çarlık Rusyası ile İngiltere'nin Doğu Anadolu'daki
etkinliğini baltalamak amacıyla Hamidiye Alaylarını kurmasında Şeyh
Ubeydullah'ın merkeze karşı tutumunun da payı olmuştur.
II.Abdulhamid, Doğu Anadolu'da otorite sağlamak, yeni bir toplumsal ve
siyasal yapı oluşturmak, Ermeniler'in çalışmalarına engel olurken
Ermeniler ile Müslüman halk arasındaki dengeyi koruyabilmek için, doğudaki
aşiretlerle iyi ilişkiler geliştirmenin zorunlu olduğuna inanıyordu. Bu
amaçla, 1884'te Hakkari'ye gönderilen Ethem Paşa, aşiret reisleriyle
ilişkilerin geliştirilmesine çalışmıştı. II.Abdulhamid, ayrıca Doğu
Anadolu'daki aşiretleri Hamidiye Alayları biçiminde örgütlerken, onlardan
asker olarak yararlanmayı düşünüyordu. Hamidiye Alayları'na tanınan bazı
ayrıcalıklar (en önemlisi, aşiret mensuplarına, evlerinden uzaklaşmadan
kendi yurtlarında askerlik yapma olanağı tanınması ) pek çok aşiretin
alaylara katılmasına neden olmuştur. Hamidiye Alayları, II. Abdulhamid'in
amaçladığı, Doğu Anadolu'nun bütünlüğünü sağlamamışsa da, I.Dünya Savaşı
ve Milli Mücadele yıllarında bölgenin savunmasına katkıda bulunmuştur.
İkinci Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul'a gelen Seyyit Ubeydullah'ın oğlu
Seyyit Abdulkadir Osmanlı ayan meclisine seçildi ve şurayı devlet
başkanlığını (Sayıştay Başkanlığı) yaptı. 1925'te Şeyh Sait isyanıyla
ilişkisi olduğu gerekçesiyle Diyarbakır'da oğlu Mehmet'le birlikte idam
edildiler.
YÖNETİM YAPISI VE NÜFUS DURUMU |
Hakkari Sancağı XIX.yy'da, Van Vilayeti'nin
güneydoğusunda yer alıyordu. Kuzeyinde Van Merkez Sancağı, doğuda İran,
güneyde Musul, güneydoğuda Diyarbekir vilayetleri ile batıda Bitlis
vilayeti ve yine Van Merkez Sancağı ile çevriliydi.
Hakkari Sancağı'nın yüzölçümü XIX.yy sonlarında, 25.000 km2'yi
bulmaktaydı. Bu toprakların 10.000 km2'si ekilebilir nitelikteydi.
Dağların 10.000 km2'lik bölümü çıplak, yalnızca 5.000 km2'lik bölümü
ağaçlık idi.
Osmanlı Devleti'nin 1831'deki yönetsel bölümlenmesine göre, Hakkari, Van
Eyaleti'ne bağlı bir "hükümet" idi. 1867 Vilayet Nizamnamesi'ne göre,
Hakkari, Van ile birlikte, "Maa Hakkari Van" adıyla Erzurum Vilayeti'ne
bağlı bir sancaktı.
1877'de Van, yalnızca Merkez Sancağı olan küçük bir vilayete dönüştü. Van
Vilayeti, Hakkari yöresinde Çölemerik (Hakkari), Beytüşşebap, Şemdinan
(Şemdinli) ve Gever (Yüksekova) kazalarını kapsamaktaydı.
1892' Devlet Salnamesi'ne göre, Van Vilayeti'nin Van Merkez Sancağı ve
Hakkari Sancağı'ndan oluştuğu görülmektedir. Hakkari Sancağı'nın 1892'deki
merkezi günümüzdü Van İli içinde bulunan Albak (Başkale) idi. Aynı
salnameye göre, Hakkari Sancağı'nın kazaları, sırasıyla şunlardı: Albak,
Gever, Şemdinan, Mahmudi (günümüzde, Van'ın Özalp Kazası, 1903'te Van
Merkez Sancağı'na bağlanmıştır), Mamüret ül-Hamid, Beytüşşebap, Çölemerik
ve İmadiye (günümüzde, Irak sınırları içinde).
1903 Devlet Salnamesi'nde aynı yönetsel bölünme korunmakla birlikte,
Beytüşşebap ve İmadiye kazalarının Hakkari Sancağı'na bağlı olmadığı
görülmektedir. 1916'da ise, yine Van Vilayeti'ne bağlı olan Hakkari
Sancağı, Çölemerik, Gever, Şemdinan, Mamüret ür-Reşad, Muradiye(bügün
Van'a bağlıdır), Beytüşşebap ve Hoşap (günümüzde Van iline bağlı )
kazalardan oluşmaktaydı.
1897 Van Vilayet Salnamesi, Hakari Sancağı'nın Merkez Kazasının Albak
olduğu kaydetmektedir. Aynı salnameye göre, bu kazaya bağlı nahiyeler de,
Şekfeti, Şivelan, Masru, Suvartan, Kemerburç, Seralpak idi.
Cuinet, 1892'de, Çölemerik Merkez Kazanın 3 nahiyesi ve 120 köyü olduğunu
kaydetmektedir. Yine Cuinet'nin verilerine göre, Hakkari Sancağı'nın
bugünkü Hakkari İli'nde kalan kesiminde 6 kaza, 27 nahiye ve 768 köy
bulunmaktaydı.
Cuinet'ye göre, 1891'de Hakkari Sancağı'nın ( Çölemerik, Albak, Gever,
Şemdinan, Mahmudi, Nordiz; Çal, Mamuret ül-Hamid, Beytüşşebap'ı, Uramar ve
İmadiye kazalarını kapsamaktadır) toplam nüfusu 300.000 idi. Bunun
180.000'ini Müslümanlar oluşturmaktaydı. Hristiyan nüfus içinde ise,
toplam 92.000 ile Nasturiler çoğunluktaydı. XIX.yy sonunda, Hakkari
Sancağında 4.000 kadar da Yezidi yaşamaktaydı.
Cuinet'ye göre 1891'de, toplam nüfusu 33.000 olan Çölemerik Kazasında
15.000 Nasturi ve 16.900 Müslüman yaşamaktaydı. Nüfusu en çok olan kaza
43.890 kişiyle Çal idi. Çal'ı Çölemerik, Gever (26.200) ve Uramar (25.910)
izlemekteydi. Hakkari'de 85.000 Müslüman'a karşılık 75.000 Nasturi ve
2.000 Keldani yaşamaktaydı.
1897 Van Vilayet Salnamesine göre, Çölemerik Kazasında 8.902'si erkek ve
7.000'i kadın olmak üzere toplam 15.902 Müslüman; 6.402'si erkek, 4.338'i
kadın olmak üzere toplam 10.758 Hristiyan yaşamaktaydı. 1897 Van Vilayet
Salnamesinde 37.664 toplam nüfusuyla Beytüşşabap Kazası en kalabalık kaza
olarak kaydedilmiştir. Beytüşşebap'ı 26.660 ile Çölemerik ve 22.868 ile
Gever izlemekteydi. Aynı salnamede, Hakkari Sancağının toplam nüfusu
103.773 olarak verilmiştir.
XIX.yy sonunda, Çölemerik-Merkez Kaza'nın toplam nüfusu 33.900 idi.
1914'te ise, bunun 36.145'e çıktığı görülmektedir. Shaw'a göre, 1914'te
Çölemerik-Merkez Kaza'nın nüfusunun dinsel dağılımı şöyleydi.
Müslüman |
31.848 |
Ermeni Gregoryen |
3.461 |
Yahudi |
836 |
Toplam |
36.145 |
Cuinet'ye göre, Çölemerik Kenti'nin nüfusu XIX,yy sonunda toplam 4.600
idi. Cuinet'nin verilerine göre, en çok nüfuslu Çal Kazası'nın merkezi Çal
Kasabası'nda 1.000'i Müslüman ve 200'ü Yahudi olmak üzere, toplam 1.200
kişi yaşamaktaydı.
1897 Van Vilayet Salnamesi'ne göre, Beytüşşebap Kazası'nın merkezi
Elki'nin XIX.yy sonundaki nüfusu ise, 600 Nasturi'den oluşmaktadır. Çal
Kazası nüfusunun yaklaşık ¾'ünü oluşturan 31.960 Nasturi, I.Dünya Savaşı
yıllarında önce İran'a daha sonra da Irak'a göç edince, kazanın nüfusu bir
anda büyük düşüş kaydetmiştir.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE HAKKARİ |
1914'te Hakkari Sancağı'nın içerisinde,
bugün Van İli'ne bağlı olan Başkale ile, Türkiye sınırları dışında kalan
İmadiye ve Zaho da yer alıyordu. Yörede büyük ölçüde aşiret düzeni
egemendi. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayan bu aşiretlerin önemli bir
bölümünü Hristiyan Nasturiler oluşturuyordu. Özellikle, Hakkari'nin
güneyine düşen Tiyari, Valto, Tal, Cilo ve Baz gibi dağlık yörelerde
Nasturiler çoğunluktaydı. Özerk bir yapısı ve bazı ekonomik ayrıcalıkları
olan Nasturi aşiretleri ile öbür aşiretler arasında, sürekli bir gerginlik
vardı. Ekonomik yapı farklılığından kaynaklanan bu gerginliğin kökleri
önceki yüzyıla değin uzanıyordu. Kürt aşiretleri, zaman zaman Koçanıs'i,
kimi zaman da Çölemerik'i merkez edinen Nasturi Patriği Mar Şim'un ile sık
sık çatışıyorlardı. II.Abdülhamid'in "İslamlaştırma" siyaseti nedeniyle
daha da artan çatışmalar sırasında, "Malik" adı verilen Nasturi aşiret
beyleri, sık sık ittifaklar kuruyor, yöredeki Müslüman aşiretlere karşı
direnmeye çalışıyorlardı. Osmanlı hükümetleri ise, çatışmaların büyük
boyutlara varmasını engellemek için Nasturi aşiretlerin hoş tutmaya
bakıyorlardı. Osmanlı Devleti'nin başlıca kaygılarından biri, İran'da
önemli bir ağırlıkları olan Nasturiler'in bağımsızlıkçı girişimlerini
engellemekti. Ama Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra, Nasturi
aşiretlerinin hızla bu doğrultuda eyleme geçtikleri görüldü.
V.yy başlarında ortaya çıkan ve İsa'nın,
Tanrı degil Tanrısal özellikler taşıyan bir insan olduğunu ileri süren bir
Hıristiyanlık mezhebidir. Kurucusu Nestorias keşiş olarak bir süre Antakya
dolaylarında bulunduktan sonra Bizans Kilisesi Başpatrikliği'ne getirilmiş
bir din adamıydı.İsa'nın Tanrı olduğunu ileri süren Papaz Arius'a karşı
yürüttüğü savaşımla tanınan Nestorias, gerek İsa'nın gerekse annesi
Meryem'in "cisimsel bir varlık" oldukları görüşünü savunuyordu. "İsa,
Meryem'in oğlu olduğu kadar, eşi ve kemiğiyle de Davut'un soyundan
gelmektedir, ama ululuğunu Tanrının kulu olmasına borçludur " diyor ve
Tanrı'nın kulu olmakla " Tanrıdan doğmuş olma " özelliğinin olduğunu ileri
sürüyordu.
İlk Nasturi misyonerleri Edessa (Urfa) ve Abiabene'de (Büyük ve Küçük Zap
ırmakları arasındaki yöreler) yetişti. Sasanlar'a esir düşen Bizans
askerleri ilk Nasturi topluluklarını oluşturdu. Selevkia-Ktesifon
Piskoposu İzak, 410 yılında Nasturi manastırlarını birleştirerek bir
piskoposluk kurdu. 424'te Nasturi Kilisesi Antakya Patrikliği'nden
ayrılarak bağımsız bir mezhep olarak ortaya çıktı ve ruhani başkanlarına
Katolikos adını verdi. 489'da Nizip'te yeni bir kilise kurarak Bizans
Kilisesi ile tüm ilişkilerini kestiler. Özellikle Hakkari yöresinden
yayılan Nasturilik, Sasanlı Devleti'nin verdiği ödünlerle kısa sürede çok
geniş bir alana yayıldı.
XIX.yy ortalarından başlayarak, Nasturiler'le Hakkari yöresinin aşiretleri
arasında ardı arkası kesilmeyen çatışmalar oldu. Nasturiler, Birinci Dünya
Savaşı yıllarında İran'a daha sonra Irak'a göç ettiler.1932'de
başlattıkları bir ayaklanma sonunda Irak'tan ayrılıp Suriye'ye geçtiler.
Nasturiler'in ruhani lideri Katolikos 1943'te ABD' ye göç etti. 1973'te
görevini bıraktığında, 8.000 kadar Nasturi, mezhepten ayrıldı ve
Nasturilik çeşitli piskoposluklara bölündü.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE RUS İŞGALİ |
Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'nin Birinci
Dünya Savaşı'na katılmasıyla ve açtıkları cephelerle birlikte Ruslar'da
önlem almakta gecikmediler ve karşı saldırıyla Dilman ve Selmas
kasabalarını ele geçirdikten sonra, güneybatıya yönelerek 3 Aralık 1914'te
Hakkari'ye girdiler. Ama, geri hatlarının Urmiye'deki Türk müfrezelerinin
saldırısına uğramasından çekindikleri için, bir hafta sonra geri
çekildiler. Gönüllü müfrezeler ise daha fazla ilerleme olanağı bulamadan,
Urmiye yöresinde durakladılar. Öte yandan 3. Ordu'nun 22 Aralık 1914'te
başlattığı Sarıkamış Harekatı ile büyük kayıplar verilince, Ruslar Doğu
Anadolu'ya yönelik saldırılarını büyük ölçüde artırdılar. Osmanlı
birliklerinin Bitlis'e çekilmesinden yararlanan Ruslar, daha da güneye
ilerleyerek 23 Mayıs'ta Hakkari'yi ele geçirdiler.
AŞİRET ÇATIŞMALARI VE NASTURİLERİN GÖÇÜ |
Hakkari yöresinin Ruslarca işgali, bu işgali
destekleyen Nasturiler'in konumunu güçlendirdi. Nasturi Patriği Mar Şim'un,
olayların gelişme yönünü görerek, daha işgal öncesinde, 10 Mayıs 1915'te
Rus işgal kuvvetleri komutanı ile Muhancık'ta bir görüşme yapmış ve bütün
Nasturiler'i Rusların yanında savaşmaya çağırmıştı. Bütün bunlar, öteden
beri yaşanan gerginliği daha da artırdı ve yörenin en güçlü aşireti
Barzani Aşireti ile Nasturi aşiretleri arasında yoğun çarpışmalar baş
gösterdi. Tuma, Tiyari, Cilo ve Baz'daki Nasturi aşiretleri büyük yıkıma
uğradılar, köyleri talan edildi, ürünleri yakıldı, sulama kanalları
kullanılmaz duruma getirildi. Rus işgal komutanlığının önünü alamadığı bu
çarpışmalar, sonunda Nasturiler'i dağlık bölgelere çekilmek zorunda
bıraktı. Bu çatışmalar sırasında Cilo Dağı'ndaki Mar Ziya Nasturi
Kilisesi, yüzyıllardan bu yana ilk kez yabancı bir topluluğun eline geçti.
Çekildikleri, 3.400 m yükseklikteki Şina Yaylası'nın da kuşatılması
üzerine, Nasturiler, Ekim 1915'te, bir yarma harekatı düzenleyerek
Selmas'taki Rus hatlarının gerisine sığındılar. İran'daki Rus yönetimi,
sayıları 40.000'i bulan bu Nasturi göçmenlerini Hoy, Selmas ve Urmiye'ye
yerleştirdi.
Hakkari'yi üç yıl kadar işgal altında tutan
Ruslar, 1917 Ekim Devrimi'nin ardından yapılan Erzincan ve Brest-Litovsk
antlaşmaları uyarınca işgal ettikleri yöreleri boşaltmaya başladılar.
Ancak, bu kez de Rus birliklerinin yerini silahlı Nasturi'ler almaya
başladı. Urmiye'deki üslerinden Hakkari yöresine saldırılar düzenlediler.
Giderek artan saldırılar üzerine Osmanlı Hükümeti Irak'ta bulunan 6.Ordu
kuzeye ilerleyerek 22 Nisan 1918'de Hakkari ve yöresinde denetimi ele
aldı.Daha sonra da
kuzeydoğuya ilerleyerek Tebriz’e girdi. Nasturiler bu gelişmeler üzerine
Urmiye bölgesini boşaltarak 1918 yaz aylarında İngiliz işgali altında ki
Hemedan’a çekildiler. Bu esnada Nasturi Patriği Mar Şemun’da yörenin önde
gelen ağalarından Şahaklı İsmail Ağa tarafından Köhne şehrinde pusuya
düşürülerek öldürüldü.
<<Sayfa 1
Sayfa 3>>
|